Sosyal Hizmet Mesleği

Sosyal Hizmet Alanları

Sosyal Kaynak
Bilgiler

     

 

Söyleşilerimiz,sitemiz adına  editörümüz ve yazarımız    Aziz ŞEKER    tarafından gerçekleştirilmiştir.





SANAT, KÜRESELLEŞME VE TOPLUMCU GERÇEKÇİLİK ÜZERİNE
ADNAN BİNYAZAR İLE SÖYLEŞİ…
(Mayıs 2008)

 

 


            
Aziz Şeker: Kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

Adnan Binyazar: Adnan Binyazar 7 Mart 1934 yılında Diyarbakır’da doğdu. Dicle Köy Enstitüsü’nü, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nü bitirdi. Çorum ve Maraş İlköğretmen Okullarında, Hacettepe Üniversitesi Temel Bilimler Yüksekokulu’nda, Gazi Eğitim Enstitüsü’nde, Şentepe Lisesi’sinde, İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Basın Yayın Yüksekokulu’nda, Devlet Konservatuarı’nda öğretmenlik yaptı; Türk Tarih Kurumu’nda çalıştı. 1978 yılında Kültür Bakanlığı Tanıtma ve Yayımlar Dairesi Başkanlığı’na getirildi, bu görevi sırasında, Bakanlıkça yayımlanan Ulusal Kültür ile Çeviri dergilerinin sorumlu yönetmenliğini yaptı, Türk Dil Kurumu Yayın Kolu Başkanlığı’na seçildi. 1981 yılında Berlin Eğitim Senatosu’nun çağrısı üzerine Berlin’e gitti, bu dönemde İncilâ Özhan’la birlikte altı ciltlik (5.-10. sınıflar için) Türkçe/Dil ve Okuma Kitabı’nı, bu çalışmalara yönelik bir Öğretmen Kılavuzu yazdı. Berlin’de, Gymnasium’ların ilk ve ikinci aşamaları için Türkçe Çerçeve Planı hazırlama kurullarına başkanlık yaptı, Hollanda, İsveç ve İsviçre’de öğretmen yetiştirme projelerinde görev aldı. Bu arada, Avrupa’da yaşayan öğrenciler için Türkçe/Dil ve Okuma Kitabı’nı (1, 2) yazdı.

Toplumcu düşüncenin ağır bastığı denemelerinde, ancak ulusal kültürünü geliştirmiş toplumların evrensel bir dünyada yer alabileceklerini, insanın sanatsal ve düşünsel kimlik kazanmadan bir varlık gösteremeyeceğini savunan Binyazar’ın bu yoldaki yazıları Toplum ve Edebiyat (1972, 1997), Kültür ve Eğitim Sorunları (1976), Ağıt Toplumu (1979, 1995, 1999), Ozanlar Yazarlar Kitaplar (1998, 2. Basım 2008), Ayna (2003) adlı kitaplarında toplandı. Öbür Kitapları şunlardır: Yazmak Sanatı (Emin Özdemir’le, 1969), Dede Korkut (1972, 7. Basım 2004), Dedem Korkut’tan Öyküler (1972),

           Cumhuriyet’in 50. Yılında Atatürk Yolunda 40 Yıl (1973), Aşık Veysel (1973), Yazın ve Bilim Dilimiz (Metin Öztekin’le, 1978), Kan Turalı (1980, 30. Basımı 2002), Yazılı Anlatım Bilgileri (Emin Özemir’le, 1980), Türk Dilinde 25 Ünlü Eser (1982), Dedem Korkut Boy Boyladı / Vier alttürkische Nomadensagen (Almanca-Türkçe, 1984), Elif ile Yaralı Mahmut (1986, 3. Basım 2007), 15 Türk Masalı (1987, 1994, 3. Basım 2003), Öğretmen Kılavuzu (1987), Halk Anlatıları (1995, 1998, 3. Basım 2003), Masalını Yitiren Dev (anı-roman, 2000, 9. Basım 2007), Ölümün Gölgesi Yok (roman, 2004, 3. Basım 2005; 2005 Orhan Kemal Roman Ödülü), Şairin Kedisi (öykü, 2005), Duyguların Anakarası (deneme, 2006), Kerem ile Aslı (2007). Binyazar 2005’te İzmir Konak Belediyesi’nce yılın edebiyatçısı seçildi, 2006’da da çalışmaları 14. Truva Kültür-Sanat Ödülü’ne değer bulundu.

Aziz Şeker:
Finans kapitalin açık bir ifadeyle küreselleşmenin sosyo-ekonomik sonuçları (yoksulluk, işsizlik, göç, terör…) dünyanın adaletsiz bir sona doğru yönelim almasına neden oluyor. Küreselleşmenin zararlı sosyal sonuçlarını göstermek amacıyla küreselleşme karşıtı hareketler ya da buna benzer toplumsal muhalefet hareketleri de yer yer tepkisel çıkışlar yapabiliyor. Dolayısıyla yaşananlar insanın yaşamının her karesine de yansıyor. Görüyoruz ki, sanatsal ortam da başat ekonomi politiğin ekseninde ancak “kimlik” bulabiliyor. Emperyalizm işte tüketilmesi gereken bu estetik kanaldan kolaylıkla giriyor. Evet, sanat ile siyaset, küreselleşme, postmodernizm kavramları arasındaki bağdan biraz söz edebilir miyiz?

Küreselleşme sanatı ne oranda etkiliyor?

Türkiye’de durum ne?

Küreselleşmenin dinamiğine baktığımızda, küreselleşme sanata neler getirdi? Götürdükleri?

Adnan Binyazar: Küreselleşme çıkar öbeklerini, yozlaştırma odaklarını bir kanaldan harekete geçirebiliyor. Kapitali bu odaklarda topladığı için de etkin oluyor. Bir zamanlar emperyalizmin yaptığını şimdi küreselleşme yerine getiriyor. Bunun en somut örneği, Yaşar Kemal gibi, dünyaya evrensel bağlamda yayılan bir romancı varken Nobel Edebiyat Ödülü postmodern kurgulu Orhan Pamuk’a verilmiştir. Kanımca Pamuk’a roman ödülü vermekle küreselleşmeyi oluşturan öncü uluslar Türk yazınını aşağılamışlardır. Gerçekte böyle bir ödül toplumu sevindirmelidir. Sevinme bir yana, toplumda öfke yaratımına da yol açmıştır bu durum. Ayrıca, Nobel almış bir yazarın, ülkesinde nerdeyse sıradan bir romancı kadar bile satmaması ne anlama gelir, düşünün. Şu da bir gerçek: Bir yılda yüzlerce roman yayımlanıyor, ortada ele alınacak bir iki roman zor bulunuyor. Küreselleştirme dediğimiz tek odaklı biçimlemenin sonucudur bu düzeysizlik.

Aziz Şeker
: G. Flaubert, “ancak yerleşik olanı düşünebiliriz ve onun üzerine yazabiliriz” diyordu. Somut toplumsal koşullar 21. Yüzyıl’ın ön yıllarında o değin can yakıyor ki, sanat bu acı “yerleşik” düzeni yeterince yansıtmayı başarabiliyor mu? Başka bir ifadeyle çağın tanığı / çağın vicdanı olma rolünü yapabiliyor mu?

 

 Adnan Binyazar: Flaubert’in dediği şu yönden doğrudur. Bir sanat eseri, varlık kazandığı toprağın kültürüyle beslenmişse bir anlam taşır. “Yerleşik olan”dan beslenmemişse, ödünç değerlerle ayakta durmaya çalışır ki böyle ürünlerin ömrü azdır. Yaşar Kemal’i ele alalım yine; yerleşik olandan beslenmemiş olsaydı, yazdıkları “olay” sınırını aşamazdı. Onu Yaşar Kemal yapan beslendiği kültürdür, yaratıcı dilidir. Onun eserlerinin birer dil anıtı olmasının özünde “yerleşiklik” yatar. O dille yaratılan derinlikli anlamlara indiği, insanımızı derinliğiyle kavrayıp yazının malı kıldığı için evrensel yazarlar arasında anılmaktadır. Marquez de öyle değil mi?

Aziz Şeker: Üstyapı ürünleri olarak sanat belirginleşiyor. Toplumsal koşullar ile sanat arasında bir ilişki olduğu sanatın sosyal tarihinde gördüğümüz bir olgu. Bu büyük ölçüde toplumcu gerçekçi bakış açısından eğilindiğinde kavranabiliyor. Toplumcu gerçekçiliğin tarihsel gelişimini gözden geçirecek olursak bugünkü durumu nasıl değerlendirmemiz gerekebilir? Toplumcu gerçek bir anlayış edebiyatta hakkıyla yerini bulabiliyor mu?

Adnan Binyazar:
Bulamıyor; çünkü bireyin gerçeği yansıtılmıyor ki, ondan, toplumsal gerçeklik bireşimine (sentez) erişilsin! Günümüz sanatında birey ne ölçüde dışlanıyorsa, toplum da öylesine konu dışı tutuluyor. Varsa yoksa, beyni bir lop ete dönüştüren beğeniden yoksun bir erotizm, kaba söyleyişle, porno! Olayı tarihsel gerçekçilik açısından kurgulayanların yaptığı da bu. Bu durumda yalnızca sanatsal düzeysizlik geçerli olmuyor, toplumun ana varlığı kadın da mala dönüştürülüyor. Toplumcu gerçekçi yolda yazanların ilkel kabul edildiğini söylersem ne hallere düştüğümüz anlaşılacaktır.

Aziz Şeker:
Toplumsal eşitsizlik, demokratikleşememe vb sorunlar yumağından baktığımda toplum neden olumsuzluğa bu denli mahkûm edildi! Neden inanç ve aklın rolleri çatışıyor, ne yapmak gerekiyor? Edebiyat önemsemiyor mu artık kendisini? Eşit ve özgür bir dünya yaratmak için 21. Yüzyıl’da nasıl bir “eylem biçimi” edebiyatta vicdanlı bir toplumu olgunlaştırma konusunda sonuca ulaşmada etkili işlev görebilir?

Adnan Binyazar
: Sorunuz çok kapsamlı. Ben edebiyat açısından yaklaşmaya çalışacağım. Gerçekte akılla inanç, bulundukları yerde kalırsa çatışma olmaz. Çatışmayı yaratan, birini öbürüne üstün kılma bağnazlığıdır. Gerçekte inanç da aklın ürünüdür. Ne var ki, akıldan çıkan her şey tam doğruluk taşısaydı, sonradan düşünce üretimine gerek kalmazdı. İnsanın yaratılışında var; akıl aklı üretir.

Belirttiğiniz gibi, “vicdanlı bir toplumu olgunlaştırma” edebiyatın varoluş nedenidir. Edebiyat, insanı insana aktarır. Örneğin ben yüzyıllar öncesinin Don Quijote’sine en yakınımda olandan daha yakınım. Böylece o çağı, çağın insanını, ahlakını, vicdanını yaşamış oluyorum. Kapitali insan değerinin üstünde tutan emperyalizm, insanı yozlaştırıyor. Yozlaşan insan da yozlaşmış sanat arıyor, vicdanı olgunlaştıranı değil.
Ama bu, edebiyatın kendini önemsememesi anlamına gelmez. Belki bu koşullarda kitleden uzaklaşır edebiyat, insandan değil.

Aziz Şeker:
Edebiyatta postmodern ve depresif bir dönemden geçiyor gibiyiz. 12 Eylül bir kırılma noktası oldu. Sözü geçen süreçlerin edebiyata etkisi ne yöne oldu? Sanat ve sanatçıya düşen görev? Ve edebiyatın eğitici rolünü dikkate alarak toplumsal ütopyaya ulaşma mücadelesine katkısı üzerine neler söyleyebiliriz?

Adnan Binyazar
: Postmodern yaklaşımlar bir aldatmacadır, kişide başka şeyler yapıldığı etkisi yaratmaktır. Moda akımlara uydurularak yazılan nice eserin bugün adı geçmezken İliada ve Odise, Don Quijote, Suç ve Ceza vb. eserler bugün de kitaplıkların baş köşesinde. Bu eserlerin sonsuzluğu, kurallara bağlamadan, insana insanlık eğitimi, duyarlık eğitimi vermesinden geliyor. Toplumsal ütopya yoktur. Edebiyatta ütopya bir tasarlama özlemidir. Yazar “yokülke”yi (ütopya) yazarken de yaşadığı günleri anlatır. Yazarın insan üzerine düşünüp kurguladığı önemlidir.

Aziz Şeker: Kültür/ sanat olaylarına egemenin sunduklarıyla yaklaşılabiliniyor ancak. Belki de bir yanılgı bu. Sermaye etkisini her dokuya büyük bir ustalıkla yedirmeyi başarıyor. Kültür ve sanat olayları hâl böyle olunca sistemi revize etmekten başka bir şey yapmıyor gibi. Sınıfsal bir duruşu olmuyor da denebilir. Bu açıdan Türkiye’de sanat / kültür / edebiyat kendi özgüllüğünün sorunsallarıyla ilgilendiği bir dönemden geçti mi?

Adnan Binyazar:
Yanılgı değil, gerçek! Değerler altüst edildi. Önümüze ne konursa onunla yetiniyoruz. Bu eylemsizlik uzun sürmez. İlkçağdan bu yana bu tür eylemsizlikler ve etkisizlikler olmuştur. Ama duraklamalar bile gelişmeden yana olmuştur.
Değindiğiniz ikinci nokta önemli: Sanat olarak edebiyat kendi kökeninden beslenmediği sürece özgüllüğünü bulamayacaktır. Tarihsel gelişmelere göz atalım: Arap-Fars etkisi, Avrupa (daha çok Fransız) etkisi, Amerikan edebiyatına özenme... Şimdi de yozlaşmış bir çorba edebiyatın bukağısında kıvranıyoruz. Bu yüzden, sorunlarımıza hep yozlaşmış bir beğeniyle, gerçekdışı verilerle eğiliyoruz.
Nobel Edebiyat Ödülü’nün, öz edebiyatımızın büyük yazarı Yaşar Kemal’e verileceğine toplumsal gerçeklerin dışında devinen Orhan Pamuk’a, hem de politik tutumundan verilmesinden öte yanlış olur mu? Bununla, Batı Türk edebiyatını küçümsemekle kalmamış, aşağılamıştır da.

Aziz Şeker:
Sanatın 27 Mayıs ve sonrası gelişen ortamda yalnızca bir süreliğine “özgürlükçü” bir ivme kazandığını görüyoruz. Ne ki, toplumsal kuruluşun katmanlarının görülmesi hep es mi geçildi? Kodlanan yanlış bilinç dayatılan “akıl”dan çıkarılamadı mı? Sanatın egemen ideoloji / egemen “akıl” karşısında alması gereken tavrını açabilir miyiz?

Adnan Binyazar
: Siyasal dalgalanmalar, aklı yörüngesinden saptırır. Sanatsal edim bir arayıştır. Toplumsal dönüşüme yol açan olaylar sanatçıyı arayışlara yöneltir. Onlar arasından, işe yarayanlar çıkabilir, ama çoğunlukla akışa kapılıp uydurma ürünler verenler doldurur ortalığı. Sanatın yozlaşması böyle başlıyor. Gerçek sanatçı çıkana kadar da yalpalanmalar sürüyor. Türkiye’deki roman bolluğunun, yazılanların yüzde doksanının işe yaramayışının nedeni budur. Şiir ise, nerdeyse öyle bir şey yok ortada. Politikacıların, bilim adamlarının toplumda “ulema” diye anılma yolunda ne durumlara düştüğü gazetelerin günlük konusu haline gelmiştir.


“Aklın egemenliği” toplumsal yapıda bir kavramdır, ancak aydınlanma çağında uygulanma alanı bulmuştur. Sanatçılar arasında bunu ütopik bağlamda yaşatmaya kalkanlar çıksa da, onların da etkisi, saman alevi etkisi yaratıyor. Yine de, aklın egemenliğine dayanan toplumsal düzenlere belki ütopyalarda rastlanabilir...

Aziz Şeker
: Sanatın özerklik kazanması için yapılması gerekenler?

Adnan Binyazar
: Sanatın özerklik kazanması beyinlere özerklik kavramının yerleştirilmesine bağlıdır. Okumayan düşünemez, düşünemeyen yaratamaz, yaratımsız üretim de olmaz. Özerklik, güdüme karşıdır. Oysa, başta TRT, “özerk” olması gereken kurumlara bakın; tümü ya devlet güdümündedir, ya da devletten çıkar sağlamak için çoğu kendiliğinden güdüme girmektedir. Kişi, bireylik bilinci kazanarak düşüncesini özgürleştirememişse, onun özerk düşünmesi de olanaksızdır.

Aziz Şeker
: “Dilde yozlaşma”, kültür emperyalizmi Türkiye’nin önemli kültür- sanat-edebiyat sorunlarının başında geliyor. Neden bir ulusun dili / kültürü yozlaşır, yozlaştırılır? Türkçenin günümüzdeki durumuna bakarak neler yapılması gerektiğinden söz edebiliriz?

Adnan Binyazar
: Dışarıdan beslenen her kültür yozlaşır. Bilgisayar çağında yaşıyoruz. Yalnızca bilgisayar etkileşimiyle dilimize giren sözcükler, bir aracı kendimiz üretmediğimiz sürece, dilimizin başka bir dilin etkisinde güç yitimine uğradığının ne olduğunu anlayabiliriz. Bunu önlemenin yolu, bir yabancı sözcük daha dilimize yerleşmeden ona Türkçe karşılık bulmaktır. Bu da ulusal bilinçle olur ancak. Oysa Türkiye’de ulusalcılıkla gericiliği bir tutmaya kalkan mankafaların gittikçe çoğaldığını herhalde siz de görüyorsunuzdur.

Aziz Şeker: Günümüzde toplumcu dünya görüşüne sahip olanlar sanat/ yazın sorunları üzerinde gerektiği yeterlilikte duruyorlar mı?

Adnan Binyazar
: Durmuyor. Dağılmış toplumun toplumcu dünya görüşü olur mu?.. Kişide bireysel bilinç gelişmedikçe toplumsal bilinçten de söz edilemez. Küreselleşme, sanatsal emperyalizmin kılıf geçirilmiş biçimidir. Dışarıdan biri geliyor, Türkiye’nin politikasında o ülkenin politikacılarından daha çok söz sahibi oluyor. Dışarının sıranın da altında bir sanatçısı, Türkiye’de baş tacı ediliyor. Nesiyle? Ahlakdışı tavırlarıyla, rezillikleriyle...
Durum bu olunca, sanatçı, Ahmet Haşim’in deyimiyle, topal bir karga gibi, toplumdışı bırakılıyor. Bir bakıma toplum ona yabancılaşınca o da topluma yabancılaşmış oluyor.

Aziz Şeker:
Onurlu, eşit, özgür bir dünya özleminden hareket edersek, edebiyata düşen ödev ve tavır küresel kurtlar sofrasında biçimlenmesini hangi değerleri gözeterek örgülemelidir? Türkçenin bilge bir yazarı olarak okuyucularınıza neler iletmek istersiniz?

Adnan Binyazar:
Sorunuz bağlamında beni “bilge yazar” olarak niteliyorsunuz. Bunu genç yüreğinizin coşkusu olarak algılıyorum. Türkiye’de “bilgeler” olsa böyle bir Türkiye’de mi yaşardık?.. Ekonomisi, politikası, kültürü başka ülkelerin güdümünde olan bir ülkede olsa olsa, bilgeler değil, yalancı bilgelerden söz edilebilir.
Sorunuza geleyim: Edebiyat okumayla olur. Yazar, okundukça, onun toplumsal katmanlarında sorumluluğu da değeri de artar. Değer bulan değerli ürünler koyabilir ortaya. Çocuğa bir şeyi iyi yaptığını söyleyin; onun, elindeki işe daha çok özen gösterdiğini göreceksiniz. Edebiyatçının nasıl değer düşümüne uğradığı şundan bellidir ki, şiir yazanların sayısı şiir okuyanlardan belki yüz kat daha fazla. Romanların çoğu, kafadan yüreğe, yürekten göbek altına indi. Şimdi oralarda define arıyor. Küresel kurtlar, ağzını açmış hazineden nasıl bir define çıkacağını merak ediyor. Artık onların başları kurt başı bile değil, boş bir kazan!..

Aziz Şeker
: Teşekkürler Sevgili Adnan Hocam…

Adnan Binyazar:
Benden de size...
 




 




Yasal Uyarı , Gizlilik Beyanı ve Künye  

 
 sosyalhizmetuzmani.org © Bütün hakları saklıdır.