Aziz Şeker: Kendinizi kısaca tanıtır
mısınız?
Adnan Binyazar: Adnan Binyazar 7 Mart 1934 yılında Diyarbakır’da doğdu.
Dicle Köy Enstitüsü’nü, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nü
bitirdi. Çorum ve Maraş İlköğretmen Okullarında, Hacettepe Üniversitesi
Temel Bilimler Yüksekokulu’nda, Gazi Eğitim Enstitüsü’nde, Şentepe
Lisesi’sinde, İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Basın Yayın
Yüksekokulu’nda, Devlet Konservatuarı’nda öğretmenlik yaptı; Türk Tarih
Kurumu’nda çalıştı. 1978 yılında Kültür Bakanlığı Tanıtma ve Yayımlar
Dairesi Başkanlığı’na getirildi, bu görevi sırasında, Bakanlıkça yayımlanan
Ulusal Kültür ile Çeviri dergilerinin sorumlu yönetmenliğini yaptı, Türk Dil
Kurumu Yayın Kolu Başkanlığı’na seçildi. 1981 yılında Berlin Eğitim
Senatosu’nun çağrısı üzerine Berlin’e gitti, bu dönemde İncilâ Özhan’la
birlikte altı ciltlik (5.-10. sınıflar için) Türkçe/Dil ve Okuma Kitabı’nı,
bu çalışmalara yönelik bir Öğretmen Kılavuzu yazdı. Berlin’de,
Gymnasium’ların ilk ve ikinci aşamaları için Türkçe Çerçeve Planı hazırlama
kurullarına başkanlık yaptı, Hollanda, İsveç ve İsviçre’de öğretmen
yetiştirme projelerinde görev aldı. Bu arada, Avrupa’da yaşayan öğrenciler
için Türkçe/Dil ve Okuma Kitabı’nı (1, 2) yazdı.
|
Toplumcu düşüncenin ağır bastığı denemelerinde, ancak ulusal kültürünü
geliştirmiş toplumların evrensel bir dünyada yer alabileceklerini, insanın
sanatsal ve düşünsel kimlik kazanmadan bir varlık gösteremeyeceğini savunan
Binyazar’ın bu yoldaki yazıları Toplum ve Edebiyat (1972, 1997), Kültür ve
Eğitim Sorunları (1976), Ağıt Toplumu (1979, 1995, 1999),
Ozanlar Yazarlar Kitaplar (1998, 2. Basım 2008), Ayna
(2003) adlı kitaplarında toplandı. Öbür Kitapları
şunlardır: Yazmak Sanatı (Emin Özdemir’le, 1969), Dede
Korkut (1972, 7. Basım 2004), Dedem Korkut’tan Öyküler
(1972), |
Cumhuriyet’in 50.
Yılında Atatürk Yolunda 40 Yıl (1973), Aşık Veysel (1973), Yazın ve Bilim
Dilimiz (Metin Öztekin’le, 1978), Kan Turalı (1980, 30. Basımı 2002), Yazılı
Anlatım Bilgileri (Emin Özemir’le, 1980), Türk Dilinde 25 Ünlü Eser (1982),
Dedem Korkut Boy Boyladı / Vier alttürkische Nomadensagen (Almanca-Türkçe,
1984), Elif ile Yaralı Mahmut (1986, 3. Basım 2007), 15 Türk Masalı (1987,
1994, 3. Basım 2003), Öğretmen Kılavuzu (1987), Halk Anlatıları (1995, 1998,
3. Basım 2003), Masalını Yitiren Dev (anı-roman, 2000, 9. Basım 2007),
Ölümün Gölgesi Yok (roman, 2004, 3. Basım 2005; 2005 Orhan Kemal Roman
Ödülü), Şairin Kedisi (öykü, 2005), Duyguların Anakarası (deneme, 2006),
Kerem ile Aslı (2007). Binyazar 2005’te İzmir Konak Belediyesi’nce yılın
edebiyatçısı seçildi, 2006’da da çalışmaları 14. Truva Kültür-Sanat Ödülü’ne
değer bulundu.
Aziz Şeker: Finans kapitalin açık bir ifadeyle küreselleşmenin sosyo-ekonomik
sonuçları (yoksulluk, işsizlik, göç, terör…) dünyanın adaletsiz bir sona
doğru yönelim almasına neden oluyor. Küreselleşmenin zararlı sosyal
sonuçlarını göstermek amacıyla küreselleşme karşıtı hareketler ya da buna
benzer toplumsal muhalefet hareketleri de yer yer tepkisel çıkışlar
yapabiliyor. Dolayısıyla yaşananlar insanın yaşamının her karesine de
yansıyor. Görüyoruz ki, sanatsal ortam da başat ekonomi politiğin ekseninde
ancak “kimlik” bulabiliyor. Emperyalizm işte tüketilmesi gereken bu estetik
kanaldan kolaylıkla giriyor. Evet, sanat ile siyaset, küreselleşme,
postmodernizm kavramları arasındaki bağdan biraz söz edebilir miyiz?
Küreselleşme sanatı ne oranda etkiliyor?
Türkiye’de durum ne?
Küreselleşmenin dinamiğine baktığımızda, küreselleşme sanata neler getirdi?
Götürdükleri?
Adnan Binyazar: Küreselleşme çıkar öbeklerini, yozlaştırma odaklarını bir
kanaldan harekete geçirebiliyor. Kapitali bu odaklarda topladığı için de
etkin oluyor. Bir zamanlar emperyalizmin yaptığını şimdi küreselleşme yerine
getiriyor. Bunun en somut örneği, Yaşar Kemal gibi, dünyaya evrensel
bağlamda yayılan bir romancı varken Nobel Edebiyat Ödülü postmodern kurgulu
Orhan Pamuk’a verilmiştir. Kanımca Pamuk’a roman ödülü vermekle
küreselleşmeyi oluşturan öncü uluslar Türk yazınını aşağılamışlardır.
Gerçekte böyle bir ödül toplumu sevindirmelidir. Sevinme bir yana, toplumda
öfke yaratımına da yol açmıştır bu durum. Ayrıca, Nobel almış bir yazarın,
ülkesinde nerdeyse sıradan bir romancı kadar bile satmaması ne anlama gelir,
düşünün. Şu da bir gerçek: Bir yılda yüzlerce roman yayımlanıyor, ortada ele
alınacak bir iki roman zor bulunuyor. Küreselleştirme dediğimiz tek odaklı
biçimlemenin sonucudur bu düzeysizlik.
Aziz Şeker: G. Flaubert, “ancak yerleşik olanı düşünebiliriz ve onun üzerine
yazabiliriz” diyordu. Somut toplumsal koşullar 21. Yüzyıl’ın ön yıllarında o
değin can yakıyor ki, sanat bu acı “yerleşik” düzeni yeterince yansıtmayı
başarabiliyor mu? Başka bir ifadeyle çağın tanığı / çağın vicdanı olma
rolünü yapabiliyor mu?
Adnan Binyazar: Flaubert’in dediği şu yönden doğrudur. Bir sanat eseri,
varlık kazandığı toprağın kültürüyle beslenmişse bir anlam taşır. “Yerleşik
olan”dan beslenmemişse, ödünç değerlerle ayakta durmaya çalışır ki böyle
ürünlerin ömrü azdır. Yaşar Kemal’i ele alalım yine; yerleşik olandan
beslenmemiş olsaydı, yazdıkları “olay” sınırını aşamazdı. Onu Yaşar Kemal
yapan beslendiği kültürdür, yaratıcı dilidir. Onun eserlerinin birer dil
anıtı olmasının özünde “yerleşiklik” yatar. O dille yaratılan derinlikli
anlamlara indiği, insanımızı derinliğiyle kavrayıp yazının malı kıldığı için
evrensel yazarlar arasında anılmaktadır. Marquez de öyle değil mi? |
|
Aziz Şeker: Üstyapı ürünleri olarak sanat belirginleşiyor. Toplumsal
koşullar ile sanat arasında bir ilişki olduğu sanatın sosyal tarihinde
gördüğümüz bir olgu. Bu büyük ölçüde toplumcu gerçekçi bakış açısından eğilindiğinde kavranabiliyor. Toplumcu gerçekçiliğin tarihsel gelişimini
gözden geçirecek olursak bugünkü durumu nasıl değerlendirmemiz gerekebilir?
Toplumcu gerçek bir anlayış edebiyatta hakkıyla yerini bulabiliyor mu?
Adnan Binyazar: Bulamıyor; çünkü bireyin gerçeği yansıtılmıyor ki, ondan,
toplumsal gerçeklik bireşimine (sentez) erişilsin! Günümüz sanatında birey
ne ölçüde dışlanıyorsa, toplum da öylesine konu dışı tutuluyor. Varsa yoksa,
beyni bir lop ete dönüştüren beğeniden yoksun bir erotizm, kaba söyleyişle,
porno! Olayı tarihsel gerçekçilik açısından kurgulayanların yaptığı da bu.
Bu durumda yalnızca sanatsal düzeysizlik geçerli olmuyor, toplumun ana
varlığı kadın da mala dönüştürülüyor. Toplumcu gerçekçi yolda yazanların
ilkel kabul edildiğini söylersem ne hallere düştüğümüz anlaşılacaktır.
Aziz Şeker: Toplumsal eşitsizlik, demokratikleşememe vb sorunlar yumağından
baktığımda toplum neden olumsuzluğa bu denli mahkûm edildi! Neden inanç ve
aklın rolleri çatışıyor, ne yapmak gerekiyor? Edebiyat önemsemiyor mu artık
kendisini? Eşit ve özgür bir dünya yaratmak için 21. Yüzyıl’da nasıl bir
“eylem biçimi” edebiyatta vicdanlı bir toplumu olgunlaştırma konusunda
sonuca ulaşmada etkili işlev görebilir?
Adnan Binyazar: Sorunuz çok kapsamlı. Ben edebiyat açısından yaklaşmaya
çalışacağım. Gerçekte akılla inanç, bulundukları yerde kalırsa çatışma
olmaz. Çatışmayı yaratan, birini öbürüne üstün kılma bağnazlığıdır. Gerçekte
inanç da aklın ürünüdür. Ne var ki, akıldan çıkan her şey tam doğruluk
taşısaydı, sonradan düşünce üretimine gerek kalmazdı. İnsanın yaratılışında
var; akıl aklı üretir.
Belirttiğiniz gibi, “vicdanlı bir toplumu olgunlaştırma” edebiyatın varoluş
nedenidir. Edebiyat, insanı insana aktarır. Örneğin ben yüzyıllar öncesinin
Don Quijote’sine en yakınımda olandan daha yakınım. Böylece o çağı, çağın
insanını, ahlakını, vicdanını yaşamış oluyorum. Kapitali insan değerinin
üstünde tutan emperyalizm, insanı yozlaştırıyor. Yozlaşan insan da yozlaşmış
sanat arıyor, vicdanı olgunlaştıranı değil.
Ama bu, edebiyatın kendini önemsememesi anlamına gelmez. Belki bu koşullarda
kitleden uzaklaşır edebiyat, insandan değil.
Aziz Şeker: Edebiyatta postmodern ve depresif bir dönemden geçiyor gibiyiz.
12 Eylül bir kırılma noktası oldu. Sözü geçen süreçlerin edebiyata etkisi ne
yöne oldu? Sanat ve sanatçıya düşen görev? Ve edebiyatın eğitici rolünü
dikkate alarak toplumsal ütopyaya ulaşma mücadelesine katkısı üzerine neler
söyleyebiliriz?
Adnan Binyazar: Postmodern yaklaşımlar bir aldatmacadır, kişide başka şeyler
yapıldığı etkisi yaratmaktır. Moda akımlara uydurularak yazılan nice eserin
bugün adı geçmezken İliada ve Odise, Don Quijote, Suç ve Ceza vb. eserler
bugün de kitaplıkların baş köşesinde. Bu eserlerin sonsuzluğu, kurallara
bağlamadan, insana insanlık eğitimi, duyarlık eğitimi vermesinden geliyor.
Toplumsal ütopya yoktur. Edebiyatta ütopya bir tasarlama özlemidir. Yazar
“yokülke”yi (ütopya) yazarken de yaşadığı günleri anlatır. Yazarın insan
üzerine düşünüp kurguladığı önemlidir.
Aziz Şeker: Kültür/ sanat olaylarına egemenin sunduklarıyla
yaklaşılabiliniyor ancak. Belki de bir yanılgı bu. Sermaye etkisini her
dokuya büyük bir ustalıkla yedirmeyi başarıyor. Kültür ve sanat olayları hâl
böyle olunca sistemi revize etmekten başka bir şey yapmıyor gibi. Sınıfsal
bir duruşu olmuyor da denebilir. Bu açıdan Türkiye’de sanat / kültür /
edebiyat kendi özgüllüğünün sorunsallarıyla ilgilendiği bir dönemden geçti
mi?
Adnan Binyazar: Yanılgı değil, gerçek! Değerler altüst edildi. Önümüze ne
konursa onunla yetiniyoruz. Bu eylemsizlik uzun sürmez. İlkçağdan bu yana bu
tür eylemsizlikler ve etkisizlikler olmuştur. Ama duraklamalar bile
gelişmeden yana olmuştur.
Değindiğiniz ikinci nokta önemli: Sanat olarak edebiyat kendi kökeninden
beslenmediği sürece özgüllüğünü bulamayacaktır. Tarihsel gelişmelere göz
atalım: Arap-Fars etkisi, Avrupa (daha çok Fransız) etkisi, Amerikan
edebiyatına özenme... Şimdi de yozlaşmış bir çorba edebiyatın bukağısında
kıvranıyoruz. Bu yüzden, sorunlarımıza hep yozlaşmış bir beğeniyle,
gerçekdışı verilerle eğiliyoruz.
Nobel Edebiyat Ödülü’nün, öz edebiyatımızın büyük yazarı Yaşar Kemal’e
verileceğine toplumsal gerçeklerin dışında devinen Orhan Pamuk’a, hem de
politik tutumundan verilmesinden öte yanlış olur mu? Bununla, Batı Türk
edebiyatını küçümsemekle kalmamış, aşağılamıştır da.
Aziz Şeker: Sanatın 27 Mayıs ve sonrası gelişen ortamda yalnızca bir
süreliğine “özgürlükçü” bir ivme kazandığını görüyoruz. Ne ki, toplumsal
kuruluşun katmanlarının görülmesi hep es mi geçildi? Kodlanan yanlış bilinç
dayatılan “akıl”dan çıkarılamadı mı? Sanatın egemen ideoloji / egemen “akıl”
karşısında alması gereken tavrını açabilir miyiz?
Adnan Binyazar: Siyasal dalgalanmalar, aklı yörüngesinden saptırır. Sanatsal
edim bir arayıştır. Toplumsal dönüşüme yol açan olaylar sanatçıyı arayışlara
yöneltir. Onlar arasından, işe yarayanlar çıkabilir, ama çoğunlukla akışa
kapılıp uydurma ürünler verenler doldurur ortalığı. Sanatın yozlaşması böyle
başlıyor. Gerçek sanatçı çıkana kadar da yalpalanmalar sürüyor. Türkiye’deki
roman bolluğunun, yazılanların yüzde doksanının işe yaramayışının nedeni
budur. Şiir ise, nerdeyse öyle bir şey yok ortada. Politikacıların, bilim
adamlarının toplumda “ulema” diye anılma yolunda ne durumlara düştüğü
gazetelerin günlük konusu haline gelmiştir.
“Aklın egemenliği” toplumsal yapıda bir kavramdır, ancak aydınlanma çağında
uygulanma alanı bulmuştur. Sanatçılar arasında bunu ütopik bağlamda
yaşatmaya kalkanlar çıksa da, onların da etkisi, saman alevi etkisi
yaratıyor. Yine de, aklın egemenliğine dayanan toplumsal düzenlere belki
ütopyalarda rastlanabilir...
Aziz Şeker: Sanatın özerklik kazanması için yapılması gerekenler?
Adnan Binyazar: Sanatın özerklik kazanması beyinlere özerklik kavramının
yerleştirilmesine bağlıdır. Okumayan düşünemez, düşünemeyen yaratamaz,
yaratımsız üretim de olmaz. Özerklik, güdüme karşıdır. Oysa, başta TRT,
“özerk” olması gereken kurumlara bakın; tümü ya devlet güdümündedir, ya da
devletten çıkar sağlamak için çoğu kendiliğinden güdüme girmektedir. Kişi,
bireylik bilinci kazanarak düşüncesini özgürleştirememişse, onun özerk
düşünmesi de olanaksızdır.
Aziz Şeker: “Dilde yozlaşma”, kültür emperyalizmi Türkiye’nin önemli kültür-
sanat-edebiyat sorunlarının başında geliyor. Neden bir ulusun dili / kültürü
yozlaşır, yozlaştırılır? Türkçenin günümüzdeki durumuna bakarak neler
yapılması gerektiğinden söz edebiliriz?
Adnan Binyazar: Dışarıdan beslenen her kültür yozlaşır. Bilgisayar çağında
yaşıyoruz. Yalnızca bilgisayar etkileşimiyle dilimize giren sözcükler, bir
aracı kendimiz üretmediğimiz sürece, dilimizin başka bir dilin etkisinde güç
yitimine uğradığının ne olduğunu anlayabiliriz. Bunu önlemenin yolu, bir
yabancı sözcük daha dilimize yerleşmeden ona Türkçe karşılık bulmaktır. Bu
da ulusal bilinçle olur ancak. Oysa Türkiye’de ulusalcılıkla gericiliği bir
tutmaya kalkan mankafaların gittikçe çoğaldığını herhalde siz de
görüyorsunuzdur.
Aziz Şeker: Günümüzde toplumcu dünya görüşüne sahip olanlar sanat/ yazın
sorunları üzerinde gerektiği yeterlilikte duruyorlar mı?
Adnan Binyazar: Durmuyor. Dağılmış toplumun toplumcu dünya görüşü olur mu?..
Kişide bireysel bilinç gelişmedikçe toplumsal bilinçten de söz edilemez.
Küreselleşme, sanatsal emperyalizmin kılıf geçirilmiş biçimidir. Dışarıdan
biri geliyor, Türkiye’nin politikasında o ülkenin politikacılarından daha
çok söz sahibi oluyor. Dışarının sıranın da altında bir sanatçısı,
Türkiye’de baş tacı ediliyor. Nesiyle? Ahlakdışı tavırlarıyla,
rezillikleriyle...
Durum bu olunca, sanatçı, Ahmet Haşim’in deyimiyle, topal bir karga gibi,
toplumdışı bırakılıyor. Bir bakıma toplum ona yabancılaşınca o da topluma
yabancılaşmış oluyor.
Aziz Şeker: Onurlu, eşit, özgür bir dünya özleminden hareket edersek,
edebiyata düşen ödev ve tavır küresel kurtlar sofrasında biçimlenmesini
hangi değerleri gözeterek örgülemelidir? Türkçenin bilge bir yazarı olarak
okuyucularınıza neler iletmek istersiniz?
Adnan Binyazar: Sorunuz bağlamında beni “bilge yazar” olarak niteliyorsunuz.
Bunu genç yüreğinizin coşkusu olarak algılıyorum. Türkiye’de “bilgeler” olsa
böyle bir Türkiye’de mi yaşardık?.. Ekonomisi, politikası, kültürü başka
ülkelerin güdümünde olan bir ülkede olsa olsa, bilgeler değil, yalancı
bilgelerden söz edilebilir.
Sorunuza geleyim: Edebiyat okumayla olur. Yazar, okundukça, onun toplumsal
katmanlarında sorumluluğu da değeri de artar. Değer bulan değerli ürünler
koyabilir ortaya. Çocuğa bir şeyi iyi yaptığını söyleyin; onun, elindeki işe
daha çok özen gösterdiğini göreceksiniz. Edebiyatçının nasıl değer düşümüne
uğradığı şundan bellidir ki, şiir yazanların sayısı şiir okuyanlardan belki
yüz kat daha fazla. Romanların çoğu, kafadan yüreğe, yürekten göbek altına
indi. Şimdi oralarda define arıyor. Küresel kurtlar, ağzını açmış hazineden
nasıl bir define çıkacağını merak ediyor. Artık onların başları kurt başı
bile değil, boş bir kazan!..
Aziz Şeker: Teşekkürler Sevgili Adnan Hocam…
Adnan Binyazar: Benden de size...
|