|
Ali babası öldüğünde henüz 3 yaşındaydı. 6
kardeşin en küçüğüydü. Bir o kadar da kardeşi doğum,
hastalık vb. sebeplerden ölmüştü. Babası Ali adına
bir söz vermişti, ne yapıp edip Ali’yi okutacaktı,
kendisini öldü yerine koyup Alisini yatılı bir
kuruma verecekti.
Ali Karadeniz bölgesinin yüksek rakımlı bir orman köyünde
doğmuştu. Ali’nin köyü ulaşımı güçlükle sağlanan ve kış
ayları çetin geçen bir köydü. Ali’nin babası da çetin
geçen bir kış mevsiminde kar altında kalarak hayatını
kaybetmişti.
Köyün ileri gelenleri ve muhtar babasız kalan çocuklar
için yardım edilmesi gerektiğini düşünerek konuyu
Kızılay’a bildirirler.
Bir süre sonra köye bir yazı gelir.
Çocukların en küçüğü Ali sosyal hizmet kuruluşuna-çocuk
yuvasına yerleştirilecektir. Çocuk yuvası memlekete çok
uzaktadır. Durum anneye anlatılır. O anda annenin yüreğine
bir ateş çöreklenir. Henüz eşinin acısını yitirmeyen anne
en küçük oğlunun ayrılık acısını da yaşamaya başlar. Çünkü
o daha küçüktür, son teknedir, henüz sütten kesilmemiş
halen annesini emmektedir. Anne çocuğunun yuvaya
gönderilmesine direnç gösterse de köyün ileri gelenlerince iknaya çalışılır. Razı olması için oğlunun okuyacağı,
büyüyüp adam olacağı, hayatını kurtaracağı anlatılır
kendisine. Çaresiz anne yüreğine taş basar ve rıza
gösterir oğlunun yuvaya gönderilmesine.
Kesintisiz Ali’sini iki buçuk yıl hiç göremeyeceği bir
ayrılık yolculuğuna başlanır. Anne oğlu Ali ile beraber
kasabaya kadar yolculuk eder. O gece son gecedir. Ali
annesinin koynunda yatar. Annesine her zamankinden daha
çok sokulur, annesi de biricik kuzusuna sarılabildiği
kadar sarılır. Ali o anda annesine; ana son kez şu
memelerini bi emeyim der ve ana oğul o anda bir sevgi
yumağı oluverirler.
Güneş doğduğunda her şeyden habersiz olan Ali Kızılay’dan
alınan yüz lira ile ondört yaşındaki büyük abisinin
refakatinde o uzak yolculuğa başlar. Yolculuk iki gün
sürer. Yolculuk esnasında bir otelde konaklanırken otel
sahibi Ali’yi evlat edinmek için abisinden ister. Bu
çocuğa ben bakayım, ben büyüteyim, git anneni razı et gel
der. Ancak ağabey kendisine emanet edilen kardeşini
devlete ait olan yuvaya götürmeye kararlıdır. Olmaz der.
Ertesi gün Ali Yuva Müdürlüğüne teslim edilir.
Henüz çocuk yaşta olan ağabey o anda kardeşinden
ayrılmanın acısını yaşamaya başlar. Köyüne döndüğünde
şoktadır, konuşamaz, içine kapanır. O da kardeş
ayrılığının zorluğunu yaşamaktadır. Günler sonra kardeşini
istenilen yere teslim ettiğini, yolculuğunu, yolculukta
neler yaşadığını anlatır.
Ali’nin yeni hayatı başlamıştır. Ali artık ailesinin
farkında değildir. Köyünü annesini ağabeylerini ve
ablalarını unutmuştur. O birçok çocukla ve kendisini
sevmek ve sevmemek arasında bir duygu ile yaklaşan
büyüklerle birlikte yaşamaktadır. O artık bir yuva
çocuğudur. Ona acınmaktadır. Geceleri kendine ait bir
yatakda tek başına yatmaktadır.
Artık toplu yaşam kışla tipi yaşam başlamıştır, her şey
kurallıdır, yemek yeme, yatma, kalkma saatleri bellidir.
Gece üstü açıldığında örten olmaz, altını ıslattığında
sabaha kadar öylece kalır, hastalıklarla tanışır,
doktorlar, hemşireler hayatına girer. Aç kalmaz, üşümez.
Banyo zamanları bazen sıcak suyla bazen de soğuk suyla
yıkanmak zorunda kalır. Diğer çocuklarla aynı tip ve renk
elbiseler giyer, yabancı insanlara sokulmak ister, onlar
tarafından okşanmayı sevilmeyi bekler hep. Mutlu olduğu
anlar da yok değildir bu hayatta, Ali’nin oyuncakları
olur, salıncaklara atlıkarıncalara biner, pikniğe
götürülür. İşte böyle bir yaşantı tam iki buçuk yıl devam
eder. Köyü, annesi, ağabeyleri ve ablaları beyninde
gizlenmiştir Ali’nin.
Anne tam iki buçuk yıl biricik oğlundan hiç haber alamaz.
Oğlunu falcılara, cincilere, hocalara sorar, ağlamaktan
göz pınarları kurur. Anne artık evinin direği, hayattaki 5
çocuğunun hem babaları hem anneleri olmuş, yüreği
taşlaşmıştır. Bir ara evlenmeyi düşünmüş fakat
çocuklarından vazgeçememiştir. Anne bir gün küçük
Ali’sinin kendi vilayetindeki yetiştirme yurduna geldiği
haberini alır. Mutlulukla dolu, karmaşık ve yoğunluğuna
bir duygu yüküne bürünür. İşte o anda kuruyan göz
pınarlarına yeniden su gelir, gözleri dolar-yaşarır. Bir
an önce iki buçuk yıldır göremediği, kokusuna hasret
kaldığı biricik oğlunu görmenin umuduyla köyden kasabaya
yola çıkar. Bu yolculuk bitmek bilmez……….. |
|