Bilindiği üzere insanın sahip olduğu
özniteliklerin en önemlilerinden biri onun akıllı olduğudur. İnsan akıllı
hayvan (animal rationable) olarak tanımlanır. Bu öznitelik, insanın diğer
hayvanlar gibi sadece doğal koşullar içerisinde olmadığı; onun, kendisini
ilgilendirsin veya ilgilendirmesin, nesneleri ve olguları seyreden,
karşılaştıran, nesneler ve olgular arasında bağlantı kuran ve bu yolla
nesne ve olguları belli bağlam bağıntı ve diziler içinde kavrayan varlık,
yani bilen varlık olduğunu ifade eder. Akıllı olma insanı diğer
hayvanlardan ayıran önemli bir türsel ayrımdır. İnsanlar eylemlerde
bulunurken amaçlı, planlı, seçim ve tercihlere bağlı, belli bir ilke,
norm, değer, inanca… vb sahip iradi davranışlarda bulunurlar.
İnsanlar teorik akılları sayesinde bilen,
seyreden bağıntı kuran, pratik akılları sayesinde ise, tasarım yapan, amaç
koyan, seçim ve tercihlerde bulunan ve eylemi yönlendiren hale
gelmişlerdir. İnsan pratik aklı sayesinde bireysel ve toplumsal
gereksinimlerini gidermeye yönelik teknik’i yaratmış ve doğaya egemen
olmaya çalışmıştır. Pratik akıl aynı zamanda eylemlerimize yön veren
yetidir. Eylemlerimiz beraberinde doğru, yanlış gibi bir şeyi değerli
bulma veya değerli bulmama yoluyla yani değerlendirme yaparak
yönlendirirler.
Her insan
topluluğunda, her toplumda, her tarihsel dönem ve her kültürde insanlar, bir
olması gereken’î ifade eden şeyler altında “iyi” veya “kötü” olarak
adlandırılan eylemlerde bulunurlar. İşte tek kişinin veya bir insan
topluluğunun belli bir tarihsel dönemde belli türden eğilim, düşünce, inanç,
töre, alışkanlık, görenek.. vb ve bunlarda içerilmiş olan değer, buyruk,
norm ve yasaklara göre düzenlenmiş ve bu haliyle gelenekleşmiş, yerleşmiş
yaşam biçimine ahlak (moral) denir.
Peki ahlak dediğimiz fenomen nasıl bir fenomendir? İyi, kötü, doğru, yanlış
gibi değerlerden bahsettik. Öyleyse değer nedir? Değerler evrensel midir,
yoksa öznel ölçütlerden mi oluşmaktadır.
“Değer” (Wert, Value, Valuer, Kıymet) kavramı felsefe tarihinde, öznelci ve
nesnelci açılardan çok değişik şeklerde tanımlanmıştır. Ancak değerlerin
kaynağını özne bulan öznelci ve nesnelci değer anlayışları açısından
yapılmış “değer” tanımlarında var olan ortak yönlerden bahsedebiliriz. Ahlak
ya da değer felsefesinde değer, olgu bilincinden sonra ortaya çıkan ve
olguya, belli duyguları, arzuları, ilgileri, amaçları, ihtiyaç ve fiilleri
olan özneyle ilişkisi içinde, belli nitelikler yüklemeyle belirlenen tavır,
öznenin olana, olguya yüklediği nitelik olarak tanımlanmaktadır.
Değerden
bahsedebilmemiz için mutlaka özne veya kişinin olması gerekmektedir.
İnsansız bir değer anlayışı mümkün gözükmemekte bu da insanı değerli
kılmakta ve bu sayede etik eylemlere yön verilmektedir. Değer sadece öznenin
ya da zihnin teorik bir tavra yönelmesinden çok, pratik bir tavrın
ifadesidir ve öznenin ilgili nesnenin kendi şahsi amacı ve hareketleri ile
ola ilişkisini ifade etmek için, ona diğer niteliklerine ek olara sonradan
eklediği bir niteliktir. Değer kendi başına objektif bir biçimde değerli bir
şey olarak görülmek suretiyle, objektifleştirilir ve nesneye yansıtılır.
Öznelci değer tanımları birey ve toplum açısından yapılmalarına göre iki
grupta toplanabilirler: 1- Birey açısından değer,
2- Toplum açısından değer.
Birey açısından değer, gerçekleştirilmesi gereken, benimsenen, önemsenilen,
üstün tutulan ve nesne olgu ve olayların kendilerinde bulunmayan fakat
insanlar tarafından bireysel ve öznel olarak yükletilen niteliklerdir.
Toplum açısından değerler ise toplumun bütününün kendi varlığını
sürdürebilmek için üyelerin çoğu tarafından kabul görmüş ortak duygu,
düşünce amaç ve çıkarları yansıtan genelleştirilmiş ilke ve çıkarlardır.
Aynı zamanda toplumun doğru olanı ve doğru olmayanı belirleyen standartları
da içerir.
Öznelci değer tanımlarına koşut olarak, değerlerde şu özellikler ayırt
edilir:
a) Değerler, özneyle, onun arzuları, ilgileri, amaçları, ihtiyaçları ve
beklentileri ile ilgilenirler ve öznenin şeylere, nesnelere, olgulara
yüklediği, atfettiği nitelik olarak görünürler.
b) Değerler öznenin teorik değil pratik bir yönelimin ürünüdürler; bu
demektir ki onlar, öznenin şeylere, nesnelere, olgulara sonradan eklediği
niteliklerdir.
c) Değerlerin özneden bağımsız bir arlıkları, bir kendilikleri yoktur.
d) Değerler olanı değil olması gerekeni ifade eder.
e) Değerler, öznenin ilgi amaç, arzu ve beklentilerine uygun olanlar, yani
“olumlu değerler” ve uygun olmayanlar yani “olumsuz değerler” olarak ikiye
ayrılırlar.
f) Değerler öznelliklerinden ötürü özneler açısından hep tartışma konusu
olurlar ve bunun sonucunda ortaya hep bir değer relativizmi çıkar.
Nesnelci değer tanımları yapanlara göre değerlerin bir gerçeklikleri vardır
ve bu gerçeklik ideal, mutlak ve kutsal nitelikte olabilir. Bu anlayışa göre
değer öznenin kendilerini hissetmesinden veya bilmesinden bağımsız olarak
vardırlar. Metafiziksel, mutlakçı, teolojik anlayışlar nesnelci değer
anlayışları içerisinde ayırt edilebilirler.
Öznelci ve nesnelci değer anlayışları arasındaki temel fark şu sorunun
yanıtında yatmaktadır: Değerlerin bir gerçekliği var mıdır; yoksa onlar
öznenin birer yargısından mı ibarettir? Felsefe tarihine baktığımızda bu
soruya farklı yanıtlar verilmiştir. Burada konumuz için önemli olan insandan
bağımsız bir değer anlayışının, değerden bağımsız bir ahlak felsefesinin
mümkün olup olmayacağı sorunsalıdır. Değerler zaman dışı, insanüstü, değişmez mutlak mıdırlar yoksa öznel
kaynaklı sosyal kültürel ortamın ürünü yani tarihsel olarak meydana çıkan
tarihsel değişime tabi çoğulluk gösteren bir şey midir? Bu soruya Sokrates,
Platon, Aristoteles’ten Scheler, Hartman gibi 19. ve 20. yüzyıl
filozoflarına kadar değerler zaman dışı, insanüstü, değişmez ve mutlak
olarak algılanmıştır. Buna karşın Sofistler, Marksistler, Nietzsche,
hermeneutikçi filozoflar ise nesnelci görüşe karşı çıkarak, değerlerin öznel
kaynaklı olduğu, tarihsel olarak ortaya çıktıkları, sürekli değiştikleri bu
nedenle de bir değerler çokluğunun ve çoğulluğunun hep var olduğunu ileri
sürmüşlerdir.
Eğer özneden kastedilen tarihsel özne ise bence değerler herhangi bir
metafiziksel kaynaktan ya da doğadan değil kendi varoluşumuzdan, tarihsel
olan ve sürekli değişen varoluşumuzdan çıkarlar ve eylemlerimizi,
kararlarımızı yönlendirirler. Diğer önemli saydığım bir nokta ise değer ile
bilgi arasındaki ilişkidir.
İnsanın tarihsel süreç içinde oluşan yaşama deneyimden ve değerlerinden
bağımsız bir bilme yetisi yoktur. İnsanın dünya karşısında tavrı epistemist
bir tavır olmaktan çok, güç ve yetilerinin ortaklaşması sonucu oluşan
gerçekleri anlamaya, yorumlamaya dönük bir tavırdır.
Buraya kadar değerin nesnelliği, öznelliği, eylemlerimizi yönlendirmede ki
etkisi ve bilgi ile olan ilişkisini kısaca tartışmaya çalıştık. Peki, insan
nedir, neden değerlidir, diğer var olanların arasında yeri nedir? Bu
soruların amacı insanın yapıp ettiklerine ortaya koyduklarına bakılarak
ortaya konan bilgi, insanın doğal yapısının tür olarak tekliğini oluşturan
özelliklerin bilgisidir. Bu özelliklerin bilgisi, insan kavramını oluşturur.
İnsanın yapısını, özelliğini meydana getiren öğeler arasında belli başlı bir
kategori, insanın etkinlikleridir: Bilme, değerlendirme, eylemde bulunma,
çalışma, yaratma ve diğer etkinlikleri kişilerce çeşitli tarzlarda
gerçekleştiren bu etkinlikler, bize insanın olanaklarını tanıtırlar. Bu
olanaklardan bazıları ise, tür olarak insana diğer varlıklar arasında özel
yerini, değerini sağlar.
Etkinliği benzer oluşumlardan ayıran en temel
özelliği onun amaçlılığıdır. İnsanın özelliğini meydana getiren bu
etkinlikler belirli bir şekilde, o etkinlikler olarak amaçlarının bilincinde
ve işlemleri yerine gelecek şekilde kişilerle gerçekleştirildiğinde, insanın
değerlerini oluşturur. İnsanın değerleri amaca uygun şekilde
gerçekleştirilen insanın etkinliklerindedir. Her ne kadar insan, dine karşı,
doğaya karşı, topluma ( Toplumsal Ahlak ) kendine (Bireysel Ahlak) karşı
ahlaksal sorumlulukları olsa da onu ahlaklı kılan amaca uygun insan
etkinlerini bize sağladığı insanın değerinin bilgisidir. İnsanı diğer var
olanlar arasında özel kılan, değerini sağlayan onun böyle etkinlikleri ve
değeridir. İnsanın değerinin bilgisi, böyle etkinleri ve ürünleri aracılığı
ile edindiğimiz insanın olanaklarının bilgisidir.
Bireyin değerini oluşturan
koşulların bilgisinin etkisi insan olanaklarının kişilerle
gerçekleştirilebilmesinin nesnel koşullarının yaratılması etik değerlere
bağlıdır. Etik değer kişinin yaşantı ve eylem olanaklarıdır; etik değer
gerçekleştiğinde ise kişiye ilişkin değerlilik ve kişi özellikleri olarak
karşımıza çıkar. Dolayısıyla etik değerler kişinin insanın değerleridir.
Böylece insanın diğer varlıklardan ayıran onun değerli ve etik davranışa
iten ona olanaklarının kişilerle gerçekleştirebilmesinin öznel koşulları
olan etik değerler insana farklı varlık ilişkileri açısından bakıldığında
söz edilebilecek farklı türden değerlerin temelinde bulunmaktadır. Yani
insan olmanın özelliğini oluşturan olanakların gerçekleşebilirliğinin
koşullarının sürekli yaratılması ve insana özgü etkinliklerin amaçları ve
işlevleri yerine gelecek şekilde gerçekleştirilmesi, etik kişilere bağlı
gözüküyor.
Etik değerlerin bir eylemin etik değerliliğini belirlemede her zaman ve her
durumda etik değerler bilgisine götüren bir ölçü olmaları bu değerlerin “
Değer “ inden kaynaklanır. Bu noktada “Değer “ bu olanakların diğer eylem ve
yaşantı olanaklarına göre özelliği, bir kişinin etik özelliği ve yaşantıları
olduğunda insan dünyasına sağladıkları demektir.
Anlam, amaç, değer gibi etiğin konusu olan kavramlar ( dolayısıyla etik )
insan gerçeğinin olgusudur; bir bilinç olgusudur ve ancak insanın
yaptıklarında ortaya koyduklarında söz konusudur.
KAYNAKÇA
1- Cevizci AHMET, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul 2005
2- Özlem DOĞAN, Etik- Ahlak Felsefesi, İnkılap Yayınları, İstanbul 2004
3- Kuçuradi İOANNA, Etik, Türk Felsefesi ya da Simurg Dizisi, Ankara, 2006 |