Gıda, insan bedeninin hayatiyetini
sürdürebilmesi için doğal yollarla alınması/ tüketilmesi
zorunlu olan, vücut yapısına ve sindirime müsait her türlü
yiyecek olarak tanımlanabilir. Gıdayı ilaçtan yahut özel
durumlarda kullanılan konsantre mamullerden ayıran temel
özellik, onun doğumdan ölüme kadar tüketilme
zorunluluğudur.
İnsan hayatındaki yerini düşündüğümüzde, insanın hayat
kalitesiyle tükettiği gıdalar arasında pozitif korelasyon
olduğunu görürüz. Taze, temiz, doğal gıdalar insan
metabolizmasının işleyişinde aksaklık çıkarmaz ve
böylelikle hastalıklara geçit vermezken bunun aksine,
doğallığından uzaklaştırılan gıdalar metabolizma üzerinde
yıkıcı etki bırakır. Endüstri toplumu öncesinde üretim
şekillerinin basitliği birçok gıda maddesinin doğal
ortamında üretilmesini gerektiriyordu. Sanayi Devrimi’nin
akabinde insanların köylerden şehirlere doğru başlayan
göçü, şehirlerin nüfusunu arttırmış, bu da şehirlerin gıda
ihtiyacını karşılamak için başkaca yollara başvurma
gerekliliğini beraberinde getirmiştir. Bugün görülen temel
problemlerden birisi, bazı gıdaların Genetik Yapısı
Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) oluşudur. Bunun sebebi,
bir canlının gen diziliminin değiştirilmesi veya ona
doğasında bulunmayan bambaşka bir karakter kazandırılması
yoluyla elde edilen canlı organizmanın ne kadar sağlıklı
olduğu sorusuna verilen cevabın ikna edici olmayışıdır.
Sağlıklı beslenmenin sadece fiziki değil aynı zamanda
hukuki yönü olduğunu hesaba kattığımızda GDO’lu gıdalar
konusunun önemi bir kat daha artmaktadır. Zira beslenme
hilafsız bir haktır.
Beslenme hakkı, herkesin, yeterli, güvenli, sağlıklı
gıdaya kolayca ve sürdürülebilir şekilde, ulaşma hakkını
kapsar. Çağımızda sağlık ile beslenme hakkı iç içe
geçmiştir. Beslenme, sosyal bir hak olan sağlık hakkıyla
doğrudan ilişkilidir. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre sağlık
hakkı hasta olmama hakkını kapsamaktadır.
Tüm insan haklarının evrensel,
ayrılmaz, birbirine bağlı ve birbiriyle ilişkili olduğunu
düşündüğümüz zaman, bu bağlam içinde GDO’lu gıdaların
yaşam hakkına yönelik bir tehdit olduğunu ve bu suretle
bir bakıma yaşam hakkını ihlal ettiğini savunmamız hiç de
yanlış olmayacaktır.
Beslenme hakkı uluslararası insan hakları belgelerine ilk
kez 1924 yılındaki Çocuk hakları bildirgesi ile girmiştir.
Bildirgede aç çocukların beslenmesi gerektiği
belirtilmiştir. 1959 tarihli Çocuk Hakları Bildirgesinin
4. ilkesinde ise; sağlıklı büyüme için gerekli olan
beslenme, barınma dinlenme ve oyun olanakları birlikte
değerlendirilmiştir. İnsan haklarının gelişiminde bir
başlangıç addedilen 1948 İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesinde ise beslenme hakkı hem bireyin kendisi için
hem de ailesi için isteyebileceği bir hak olarak
belirtilmiştir. Yaşam standardı hakkı ve sosyal güvenlik
hakkı başlığı altındaki 25. maddenin 1. fıkrasında,
“ Herkes kendisinin ve ailesinin sağlığı ve iyiliği için
beslenme, giyinme, konut, tıbbi bakım ve gerekli sosyal
hizmetlerden yararlanmayı da içeren yeterli bir yaşam
standardı hakkına ve işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk,
yaşlılık durumu veya kendi iradesi dışında geçim
vasıtalarından yoksun kaldığı diğer haller için bir
güvenceye sahip olma hakkına sahiptir., ifadesine yer
verilmiştir.
Uluslararası insan hakları hukuku beslenme, yani gıda
hakkını da kapsamakta ve bu hak BM Ekonomik, Sosyal ve
Kültürel Haklar Sözleşmesinin 11. maddesinin 2. fıkrasının
a ve b bentlerinde yer almaktadır. Sözü geçen bentlerde şu
ifadelere yer veriliyor:
“a) Teknik ve bilimsel bilgiyi tam olarak kullanarak,
beslenme prensipleri ile ilgili bilgileri duyurarak ve
doğal kaynakların etkili bir biçimde geliştirilmesini ve
kullanımını sağlayacak bir yolla tarım sistemlerini
ilerleterek veya reform yaparak, üretme, üretilenleri
saklama ve dağıtma yöntemlerini geliştirmek;
b) Yeryüzündeki besin kaynaklarının ihtiyaçlara göre eşit
dağıtılmasını sağlamak için, gıda ihraç eden ve gıda ithal
eden ülkelerin sorunlarını dikkate almak.”
Görüldüğü gibi sözleşmenin bu maddesi besinlerin üretimi
aşamasında dikkat edilmesi gereken hususlara tam bir
açıklık getirmemesi sebebiyle tam bir koruma sağlayamıyor.
(a) bendinde tarım sistemlerini geliştirerek üretme,
saklama ve dağıtımdan (b) bendin de ise eşit dağıtımdan
bahsediyor.
1974 BM Açlık ve Sefaletin Ortadan Kaldırılmasına dair
Evrensel Bildirisinde, 1986 Kalkınma Hakkı Bildirgesinde,
1989 Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’de, 1990 Çocukların
Yaşatılmaları, Korunmaları ve Geliştirilmelerine Yönelik
Dünya Bildirgesi ve Eylem Planı’nda, gıda hakkına ilişkin
hükümler bulunmaktadır. 1992 yılında gerçekleştirilen
Uluslararası Beslenme Konferansı ve 1996 yılında
gerçekleştirilen Dünya Besin Zirvesi’nde, gıda hakkı ile
ilgili kararlar alınmıştır. Birleşmiş Milletler Gıda ve
Tarım Teşkilatı (FAO) konseyi tarafından 2001 yılında gıda
ve tarım bitki üretim kaynakları uluslar arası sözleşmesi
imzalanmıştır. Bu anlaşma gıda hakkının uygulanabilmesi
için atılması gereken somut adımları belirlemekte yol
haritası çıkartmaktadır. Fakat nelerden sakınılması
gerektiği belirtilmemektedir. Üye ülkelere açlık ve
yoksullukla mücadele de tavsiyelerde bulunmaktadır. GDO ve
zararlarını tam anlamıyla göz önüne alarak anlaşmalar
hazırlanmamıştır. Yine gıda hakkı Amerika İnsan Hakları
Bildirgesi ile Afrika İnsan Hakları Belgesinde de yer
bulmuştur. Buna karşın beslenme hakkının uluslar arası
belgelerde olması gereken şekilde yer aldığını söylemek
mümkün değildir.
Greenpeace’in ülkemizde yaptığı araştırmaya göre;
halkımızın %82 gibi çok büyük bir çoğunluğu, GDO’nun ne
olduğunu iyi biliyor ve %83'ü, bir üründe GDO olduğunu
bilirsem yemem diyor. Hal böyleyken GDO’lu ürünlerin
sözleşmelerle kısıtlanmamasının makul bir izahı
bulunmuyor. Bu durum ancak ucuz maliyetler ve yüksek
karlarla iş yapan sermayenin baskısı ile açıklanabilir ki,
bu da toplumun genel menfaatinin öncelikler sıralamasında
aşağı sıralara düştüğü neticesini doğurması açısından
manidardır.
Devletin beslenme hakkını sağlayabilmesi için aktif bir
müdahalede bulunması gerekir. Engel olmaması bu
sorumluluğun ifa edildiğini göstermez. Kişilere ve en
önemlisi devletlere düşen görev gıda maddelerinin içinde
yer alan katkı maddelerinin oluşturacağı tehlikeler ile
mücadele etmektir. Kısacası devletler pozitif
yükümlülüklerinden olan önleme yükümlülüğünü yerine
getirmelidir. İnsan hayatını rizikoya sokacak bütün
tehlikelerin bir an evvel önüne geçilmelidir ki sağlıklı
beslenme hakkı korunsun.
Sonuç olarak, sağlıklı beslenme hakkı, dolayısıyla yaşam
hakkı garanti altına alınmalı ki, diğer haklar vücut
bulabilsin.
[1] Besiri,Arzu,Yeşilay Dergisi,Eylül 2011,S. 932,s. 12.
[2] Güzeloğlu, Turan, Küresel Gıda Krizi ve Beslenme
Hakkı, TBB Dergisi, S. 80, s. 307.
[3] Güzeloğlu, Turan, age., s. 310.
[4] http://www.belgenet.com/arsiv/bm/bmekohak.html
[5] Güzeloğlu, Turan, age., s. 311.
[6]http://www.greenpeace.org/turkey/t
Bu Makale Hayat ve Sağlık DergisindeAralık-2012 yayınlandı