|
|
Sosyal Hizmet Uzmanı,
Aile ve Evlilik Danışmanı |
|
“Kadına Şiddeti Önleme Ve
Aile Terapisi” |
Bianet, medyada yer bulan haberlerden derlediği istatistiklerle oluşturduğu aylık raporları birleştirdi ve 2013 yılında Türkiye'de erkeklerin kadınlara ve çocuklara uyguladığı şiddetin çetelesini çıkardı. Erkekler 2013’te 214 kadın ve 10 çocuğu öldürdü, 167 kadın ve kız çocuğuna tecavüz etti/tecavüz girişiminde bulundu, 241 kadın ve kız çocuğuna şiddet uyguladı, 161 kadın ve kız çocuğuna cinsel tacizde bulundu.
Bianet'in
derlemesine göre; Kadınlar en çok
kocalarından şiddet gördü, yüzde 15’i boşanmak
istedikleri için öldürüldü. Cinayet Kadınların yüzde
54’ü kocaları veya eski kocaları, yüzde 12’si
sevgilileri, yüzde 18’i akrabası olan erkekler
tarafından öldürüldü: 104 kadını kocaları, 12’sini
eski kocaları, 25’ini sevgilileri, altısı eski
sevgilileri, 10’u babaları, dokuzu damatları, 18’i
akrabası olan diğer erkekler (kayın peder, dünür,
ağabey, kardeş vs.), üçü birliktelik teklifini
reddettiği erkekler, biri aile kararı, dördü
arkadaşları, dördü nişanlısı, üçü tacizcisi, üçü
hırsızlar, üçü tanımadığı erkekler, ikisi komşuları,
ikisi kan davalı olduğu ailelerin erkekleri
tarafından öldürüldü. Bir kadının ailesi, eski
kocasının sevgilisini öldürdü. Dört kadının
katilleri ise haber yayınlandığı tarihte
kesinleşmemişti. (İkisinin birlikte yaşadığı ve
cinayetten sonra ortadan kaybolan erkeklerden
şüpheleniliyordu, iki trans kadının ise failleri
hala meçhul). Cinayetlerin dörtte biri Marmara, beşte biri Ege bölgelerinde yaşandı. Kadın katlinin en çok yaşandığı iller sırasıyla İstanbul (29), İzmir (18), Antalya (12), Ankara (9), Diyarbakır (9) ve Antep (9): 214 cinayet vakasının yüzde 25’i Marmara Bölgesi’nde, yüzde 20’si Ege, yüzde 15’i Akdeniz yüzde 13’ü Güneydoğu Anadolu, yüzde 11’i İç Anadolu, yüzde 8’i Karadeniz ve yüzde 8’i Doğu Anadolu bölgelerinde gerçekleşti. Tecavüz Tecavüzlerin yüzde 36’sı kadınların evlerinde, yüzde 26’sı sokakta, yüzde 23’ü kadınların alıkonulduğu mekanlarda yaşandı: Erkekler 60 kadına evlerinde, 43 kadına sokakta, 38 kadına alıkonuldukları mekanlarda, 10 kadına zorla bindikleri araçta, 9 kadına kuaför, otel, muayenehane gibi hizmet alınan mekanlarda, dördüne işyerinde, ikisine okulda, birine asansörde tecavüz etti. Tecavüzlerin yüzde
31’i Marmara, yüzde 23’ü Karadeniz’de gerçekleşti:
167 tecavüz vakasının yüzde 15’i Akdeniz, yüzde 14’ü
Ege, yüzde 8i, Doğu Anadolu, yüzde 6’sı İç Anadolu,
yüzde 3’ü Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşandı. En
çok tecavüz vakası yaşanan iller İstanbul (31),
Samsun (16) ve Antalya (11) oldu. Kadınların yüzde 10’u 6284 nolu yasa kapsamında yasal girişimlerde bulunduğu halde ağır yaralandı: Kadınlardan 16’sı koruma tedbir kararı çıkartmalarına ya da sığınmaevine yerleştirilmelerine rağmen, altısı kolluk kuvvetlerine, mülki amirlere ve savcılara defalarca şikayette bulunmalarına rağmen ağır yaralandı. Bir erkek şiddet uyguladığı için dört ay kaldığı cezaevinden çıkar çıkmaz karısını yaraladı. Bir erkek bir ay içinde karısını dört kez darp etmesine, bir erkek öldürmeye teşebbüs ettiği halde ifadeleri alınıp serbest bırakıldı. Kadınların yüzde
52’si kocalarından şiddet gördü: 126 kadını
kocaları, 32 kadını akrabaları, 26 kadını eski
kocaları, 19 kadını sevgilileri veya eski
sevgilileri, ikisini komşuları, üçünü birliktelik
teklifini reddettiği erkekler, üçünü arkadaşları,
30’unu tanımadıkları erkekler yaraladı. Taciz Taciz vakalarının yüzde 39’u sokakta, yüzde 32’si okulda, yüzde 7’si evde, yüzde 6’sı telefon ve internet aracılığıyla gerçekleşti: Diğer taciz olayları işyeri toplu taşıma, karakol gibi mekanlarda yaşandı. En çok tacizin yaşandığı bölge Marmara, il ise İstanbul ve Antep oldu: 161 taciz vakasının yüzde 36’sı Marmara, yüzde 14’ü İç Anadolu, yüzde 12’si Karadeniz, yüzde 12’si Güneydoğu Anadolu, yüzde 10’u Ege, yüzde 9’u Akdeniz, yüzde 1’i Doğu Anadolu’da, yüzde 6’sı ise iletişim araçlarıyla gerçekleşti. Kadına yönelik
şiddet batıda daha yüksek Bir Sistem Olarak
Aile Sistem yaklaşımında aileyle ilgili dört temel unsurun varlığından söz edilmektedir: Aile yapısı, etkileşim, yaşam döngüsü ve aile fonksiyonları. Ailenin yapısal ve fonksiyonel özelliklerinin yapılandırılmış ve esnek olması aile üyeleri arasındaki uyumu arttıran etkiye sahiptir. Katı ve düzensin bir yapılanma içinde olan ailelerin problemle karşılaşma olasılıkları daha yüksektir. Katı ailelerde roller sert biçimde belirlenir ve aile üyeleri gücü elinde bulunduran otorite figürü tarafından yönetilir. Kuralların belirlenmesinde aile üyelerinin görüşlerine başvurulmaz. Düzensiz ailelerde ise kuralların belirgin olmaması sık sık tartışmalara yol açar ve kararların çok azı ailede onay görür. Esnek ve yapılandırılmış ailelerde, kurallar karşılıklı görüş alış-verişi yapılarak belirlenir ve problemler demokratik bir tarzda tartışılır. Güç tarafsız ve dikkatli bir şekilde kullanılır. Çocukların istekleri ve ihtiyaçları dikkate alınır, anlayışa dayalı disiplin yöntemi uygulanır (Nazlı, 2001, s. 32). Bir mikrosistem olarak ailenin yaşam döngüsünün evresini ve tüm aile üyelerinin bireysel gelişim evrelerini bilmek önem taşır. Sistemdeki her üyenin diğerlerini ve diğerlerinin de onu etkilemesi anlamına gelen döngüsellik ilkesi açısından aileye bakıldığında sorunun bireylerden değil, kişiler arasındaki ilişkilerden kaynaklandığı görülür. Dolayısıyla sorun veya belirti aile, yaşam döngüsündeki geçiş dönemlerine gereken uyarlamayı yapamadığında ortaya çıkar. Bu değişimlere evlilik, çocuk sahibi olma, boşanma, ölüm, göç, okul veya iş değişikliği, hastalık, kaza gibi örnekler verilebilir. Bu gibi değişiklikler yeni kurallar veya aile yapısı ile ilgili yeni anlaşmaları gerektirebilir (Tüzer & Göka, 2002, s. 113). Aile içi roller ve
ilişkilerde değişimin yaşandığı, her dönemin kendine
özgü iletişim biçimi ve çatışmalarının olduğu,
evliliğin başlamasından eşlerin ölümüne kadar geçen
aşamalı gelişim süreci aile yaşam döngüsü (family
life cycle) olarak adlandırmaktadır. Döngünün her
aşamasında aile çeşitli sorunlarla yüz yüze gelir ve
yeni beceriler elde ederek gelişir. Ailenin bu yeni
durumlara uyum sağlayamadığı dönemlerde kriz yaşanır
(Carr, 2006, s. 5). 1. Erkek ve kadının içinde doğup büyüdüğü aileden ayrılarak bağımsız bir birliktelik olan kendi ailesini oluşturmaya hazırlanması, 2. Evlenme sonucu çift yaşamına geçiş ve bireyselliğe karşı yeni bir kimlik oluşturulması, 3. Çocukların dünyaya gelmesi ve yetiştirilmesi, 4. Bağımsızlık mücadelesi veren ergen çocukların sorunlarıyla uğraşma, 5. Çocukların aile dışında yeni ilişkiler kurması, orta yaş krizi ve yaşın ilerlemesiyle birlikte sağlık sorunlarıyla başa çıkmaya çalışma, 6. Yaşlılığa uyum sağlamaya çalışma ve ölüme hazırlanma (Zastrow & Kirst Ashman, 2007, s. 141). Aile sisteminin bir diğer özelliği de dinamik etkileşim süreci içinde bir dengeye (homeostasis) sahip olmasıdır. Ailede istikrar aslında değişimden kaynaklanmaktadır. Özellikle hızlı değişimler yaşadığımız günümüzde, aileler kurallarını ve ilişkilerini yeniden düzenleyerek değişime uyum sağlamaya çalışmaktadırlar (Goldenberg & Goldenberg, 2008, s. 84). Her sistemde olduğu gibi aile de kendi kendini düzenleme eğilimi içindedir ve değişimler çoğu zaman dirençle karşılaşır. Dolayısıyla aile içinde sorunlu bir bireyi aileden soyutlayarak değiştirmeye çalıştığınızda, aile içi ilişki örüntüleri değişmeyeceğinden bireyin yeniden eski haline dönmesi kaçınılmaz olur (Murdock, 2012, s. 408). Şiddetinin psikolojik bir rahatsızlıktan mı yoksa güç gösterisinden mi kaynaklandığının tespit edilmesi önemlidir. Çünkü şiddetin bir güç gösterisi olarak uygulandığının anlaşılması sonrasında danışmanlık hizmetlerinin yanında hukuki mekanizmaların da devreye girmesi gerekmektedir. Şiddet davranışıyla
güç ve kontrolün doğası arasındaki ilişkiyi
açıklamak için suçlama, yalanlama ve aşağılama gibi
sorumluluğun farklı boyutları üzerinde
durulmaktadır. Aile yaşamında sıklıkla aşağılama ve
yalanlamayı kullanan kişiler, eşlerine karşı şiddet
davranışlarını inkâr etmekte ve bu davranışlarından
sorumlu olmadıklarını iddia etmektedirler. Suçlama;
şiddet sorumluluğunu kendisinin dışında bir kişiye
ve bir şeye yükleme girişimi olarak tanımlanır. “Sen
öyle yapmasaydın, bütün bunlar olmayacaktı...” gibi
ifadelerle şiddet içeren davranışın nedeni karşı
tarafa yüklenmeye çalışılmaktadır. Şiddet gibi
yıkıcı davranışları sergileyen bireyler sorumluluğu
üstlenme yerine genellikle aile üyelerini, kötü
alışkanlıklarını, iş stresini, şeytanı, öfkelerini
suçlarlar ve onların kurbanı olduğunu söylerler. Bu
nedenle kavramsal olarak suçlama, eş suçlaması
(mikro düzeyde), eşten başka bir şey veya başkasını
suçlama (mezzo seviyesi) şeklinde ele alınmaktadır
(Akın, Gülşen, Aşut, & Akca, 2012, s. 176). İnsanların acı gerçeklerden kaçınmak için psikolojik bir mekanizma olarak kullandıkları inkâr, bireylerin şiddet içeren davranışlarını ortadan kaldırma girişimi olarak tanımlanmaktadır. Şiddet uygulayan çoğu erkek şiddet nedeniyle üzgün olduğunu belirterek, bir daha tekrarlanmayacağına dair sözler verir. Şiddet mağduru kadın şiddetin biteceğini düşünür ve dengesi bozulmuş aile sistemine geri döner. Şiddetin altında yatan nedenler ortadan kaldırılmadığı için çoğu zaman şiddet döngüsü yaşanmaya devam eder ve kronikleşir. Araştırmalara göre, şiddetin sorumluluğunu inkar eden kişilerin hukuki yaptırımlara ve terapi sürecine direnç gösterdikleri belirlenmiştir (Akın, Gülşen, Aşut, & Akca, 2012, s. 177). Yeterince değer
vermeme, hafife alma veya yaptığı şiddet davranışını
önemsememe olarak tanımlanan aşağılama, mağdur
kadının şiddeti dile getirmesini engelleyen temel
nedenlerinden birisidir. Bazen kadının akraba
çevresi de “kocandır, döver de, sever de”
anlayışıyla yaklaşarak kadının yaşadığı şiddeti
önemsizleştirme girişiminde bulunmaktadır. “Kol
kırılır yen içinde kalır” gibi anlayışlar, şiddetin
aile içinde gizli kalması gerektiğini öğreten bir
değer olarak geleneksel toplum yapısında kabul
görmektedir (Akın, Gülşen, Aşut, & Akca, 2012, s.
177). |
sosyalhizmetuzmani.org © Bütün hakları saklıdır. |