Söyleşilerimiz,sitemiz adına editörümüz ve yazarımız Aziz ŞEKER tarafından gerçekleştirilmiştir. |
|
|
|
BİR ULU ÇINAR MAHMUT MAKAL İLE BİR SÖYLEŞİ ANKARA |
||||
İvriz Köy Enstitüsüne giriş sınavını kazanıp kaydımı yaptırdığım tarih, 23. 03. 1943’tü. Okul kuruluş halindeydi. Güneşin vurduğu duvar diplerinde ders yapmaya başladık. Okulun bağ-bahçe ve yapı işlerine de karıştık. Derken, Nisanın ilk haftası içinde Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç geldiler. Eğitim seferberliği hızla sürüyordu. Ne Bakan makamında oturuyordu ne de Genel Müdür. Ne Enstitü Müdürünün makam odası vardı ne de öğretmenler odası. Ne de dört duvarlı derslik. Dekroli usulü açık hava okulu iş eğitimiyle sarmaş dolaş sürüyordu. Duvar dibi dersliğimize teftişe gelen Tonguç beni ayağa kaldırıp da soru sorduğunda yalnız akla karayı seçmedim, aynı zamanda bu seferberliğin anlamını da kavradım. “Nedir devletin vatandaşlarına karşı görevleri?” diye soruyordu, dersimizin yurt bilgisi olduğunu öğrenen Tonguç. Benden yanıt alamayınca, öğretmenimiz Mümtaz Sayın’a dönüp şöyle dedi:
“Bunlar yedi yüzyıldır konuşturulmadıkları için çocuğun durumunu doğal
karşılıyorum, konuşturun bunları. Konuşturun ve düşündüklerini söylemeye
alıştırın. İlk yapacakları iş bu…” 1950 başında Bizim Köy isimli kitabım çıktı. Çıktıktan üç ay sonra tutuklandım. Sonra ceza almadan salıverildim. 15 Haziran 1950’ de Celal Bayar’ın çağrılısı olarak Çankaya’ya çıktım. Bu esnada Cumhurbaşkanlığı Fransızca çevirmeni Nurullah Ataç’la tanışma olanağı buldum. 1952’de Hayal ve Gerçek adlı ikinci kitabımı yayınladım. 1953 Ekim’inde Ankara Gazi Eğitim Enstitüsüne girdim. Bir yandan kitaplarım yayınlanırken, 1964 yılı ortalarından 1965 ortasına kadar Fransa’da Avrupa Sosyoloji Merkezine çalışma ve araştırma yapmaya gittim.1965 seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi’nden İstanbul adayı oldum. 1968 yılında öğretmenlikten istifa etmek zorunda bırakıldım. 1971–1972
öğretim yılında Venedik Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı okuttum.
1979 başında Kültür Bakanı Ahmet Taner Kışlalı tarafından danışman olarak
atandım. Kültür Yüksek Kurulu üyeliği ve sekreterliği yaptım. 12 Eylül
1980’de bir süre Almanya’da kaldım. Köy bir kaynaktı, sürekli yazmak istiyordum köyü. Aralık 1954’te Memleketim Sahipleri adıyla üçüncü kitabım çıktı. Köy ve Eğitim, Yeni Ufuklar, Varlık gibi dergilerde yazılarım sürüyordu. Bizim Köy adlı kitabım 1966 yılında Uluslararası Eğitim Bilim ve Kültür Kuruluşu UNESCO’nun ‘Dünya Kültürüne Hizmet Ödülü’nü aldı. Değişenler (Bizim Köy, 1975) adlı kitabım 1977’de Türk Dil Kurumu ödülünü aldı. 1997’ye kadar 17 kitabım yayınlandı ve zaman içinde çeşitli basımları yapıldı. Bazıları Fransızca, İngilizce, Almanca ve İtalyanca başta olmak üzere çeşitli dillere çevrildi. Fransız ve Belçika televizyon şirketleri köyümde belgesel filmler çektiler. Bu filmler çeşitli Avrupa televizyonlarında gösterildi. Edebiyatçılar Derneğine, Türkiye Yazarlar Sendikasına ve Dil Derneğine
üyeyim. Köy Enstitülerinde, insanoğlunun erdeminin ve yaratıcılığının, elleriyle beyni arasında kurabileceği uyumla doğru orantılı olduğu gerçeğine uygun biçimde yetişiyordu yeni insan. Eğitimin gerçek ereği, halk kaynağını harekete geçirmek, üstündeki karanlık perdeyi, yetişen çocukların eliyle kendisinin yırtıp atmasını sağlamaktır. Böyle eğitim kurumu, böyle yetişmiş insan istenmiyor. Bu yüzdende Atatürk’ün Türkiyesi eğitimsiz, işsiz, yönsüz-yöntemsiz, idealsiz insanların, din tüccarlarının ülkesi oldu. Öğretmen yetiştirmekten bile korkuyoruz. Dünyasal, çağcıl, bilimsel ve laik bir eğitim uygulanmasına geçemeden, düşünen, konuşan, ülke sorunlarının çözümü için didinen insanı yetiştirmeden ve de bu insanlardan yana davranacak yöneticilere kavuşmadan hiçbir yere varamayız. Geriye geriye giderek gericiliğin çıkmasına girdik. Köy Enstitüleri uygulamasının günümüz
koşullarına göre işletilmesi bir seçenek olabilir. Bu iftiralarla kaç kişi, kaç kuşak harcandı… Bir aydan fazla tutuklu kaldım. Köy Enstitülerini kapatanlar, beni cezalandıranlar, onların ardılı iktidarlarla Demokrat Partiyle sürüyordu. Kitaplarımı yazarken, siyasal çevreler de sanki yazılmamasını istiyordu, tedirgin etmeyi görev biliyorlardı. Öğretmenlik yıllarım boyunca soruşturma ve maaş kesme cezalarından usandığım için 1968 Kasım’ında bu görevden istifa ettim. Yıllarca işsiz kaldım. Bu arada kitaplarımın geliriyle geçindim. Demirel hükümetleri döneminde Kültür Bakanı Ahmet Taner KIŞLALI’nın isteğiyle geldiğim Kültür Bakanlığı danışmanlığından düşürüldüm. 12 Eylül döneminde bir süre Almanya’da kaldım. Şimdi Ankara’da yaşıyorum.
Mahmut MAKAL: Özürlü dostlarımıza uygun eğitim programlarının hazırlanmasına
50 yıl önce Gazi Eğitim Enstitüsünde Özel Eğitim Şubesi açılarak başlandı.
Mithat Enç dönem itibarıyla yoğun çaba sarf edenlerin başında geliyordu. Çok
da emeği geçti. Eğitimcilerin, bilim adamlarının kısaca tüm duyarlı
insanlarımızın gayretlerine bağlı, edebiyat eserlerinin özürlülerimizin
yaşamlarına kazandırılması, bununla beraber olanaklar artırıldıkça okullar
açılmalı, öğretmenler yetiştirilmeli, onlara özgü eğitim kurumlarının
açılmasının yanında kitaplar basılmalı kısaca. Bu olumlu yolda ilerlemeye çalışıldığını söyleyebiliriz.
Kendimden bir örnek vermek istiyorum. Ben Gazi Eğitim Enstitüsündeyken,
gönüllü bir insan olarak, körlere kitap okumaya giderdim. Bence her şey toplum içindir. Aydın olarak nitelendirdiğimiz okur-yazarların büyük bir kısmı fil dişi kulelerine çekilmiş, topluma yabancı, üretimden kopuk bir hayat sürüyorlar. Edebiyat eserleri olsun, bilim yapıtları olsun, gericiliğe-safsataya savaş açmalıdır, onlarla mücadele etmeli, sürekli devrime hizmet etmeli, kısaca uygarlığa yelken açmalı yani insanı görmeli. Toplumsal sorunlara ayna olmuş, onları
yansıtmada görev üstlenmiş yapıtlar gerçek ve ilerici eserlerdir. Kalıcı
olanlar da bunlardır ve kuşaktan kuşağa insanlık birikimlerinin taşıyıcısı
olurlar.
Mahmut MAKAL: Edebiyat günümüz koşullarında toplumsallığını yitirmiş,
toplumcu bir platformdan ayrılarak bir çıkmaza sürüklenmiştir. Yalnızca
birey atmosferine yönelmiştir. Toplumsal konuları işlemeyen edebiyata ‘kem
küm edebiyatı’ diyorum. Toplumcu sanat eseri yaşadığı çağın sosyal gerçeğini
işlemeli. Tarih bilinci ise yaşama ilişkin her şeyin temelinde vardır.
Gözden uzak tutulmaması da gerekir. Edebiyat adamının üretimi olan sanat
yapıtı toplumun aynası olduğu noktada tarihsel gerçek olur. Bir örnek vermek
gerekirse, filozof Marx, Balzac’ın eserlerinden her dem yararlanmıştır.
Balzac’ın Goriot Baba’sı, Marx’ın çok hoşuna giden bir tiplemedir. Demek
istediğim şey, bilim ve sanat iç içe düşünülmelidir. Bunlar birbirini
tamamlayan uğraş alanlarıdır. Ama bir yerde bilim sanattan daha çok
faydalanıyor. Eserlerimde işlediğim toplum özlemini tek cümle şöyle ifade
edebilirim: “İnsanlığın kurtuluşu, sosyalizmin gelişmesine bağlıdır.” Eşit
paylaşım, adaletli dağıtım, barış, demokrasi, yurtseverlik eserlerimde
işlemeye çalıştığım ana temalardır. Devletin kültür politikası kendi kaynaklarımızdan
beslenmeli, ilerici olmalıdır. Ulusumuzun karakterine en uygun eğitim
kurumları kurulmalı, köy enstitüsü geleneğinden de beslenen, toplumsal
aydınlanmanın köklü, aydınlıkçı bir eğitimle bağımsızlığa sahip çıkarak
gerçekleşeceğine inanılmalı. Sürekliliği olan bir yapıya benzetilebilir bu. Rıfat Ilgaz’ı, Orhan Kemal’i, İzzettin
Dinamo’yu, Atilla İlhan’ı o kuşaktan gelen ve hâlâ etkisini sürdüren
yazarları örnek verebiliriz. 50’li, 60’lı yıllardan itibaren bağımsızlığına
gölge düşen, bağımsızlığını yitiren ülke koşullarında yetişen yazarlar tam
anlamıyla yazar olamaz, çünkü yazmak için özgürlük, bağımsızlık şarttır.
Ülkemizin nesnel koşulları bunun böyle olduğunu gösteriyor. Yani yazmak için
özgürlüğün var olduğunu. Artık Anadolu’dan habersiz kitap yazan kent
yazarlarıyla karşılaşıyoruz. Anadolu gerçeğini bilmeden kitaplar yazıyorlar.
Toplumdan habersiz bir yazar kitlesi mevcut. Bozulmuş bir Türkçe ile olay
örgüsü olmayan kitaplar yazan Orhan Pamuk verilecek ilk örnek. |
|
|