|
|
|
|
Aileler için özürlü bir bireye sahip olmak, yaşamlarının en zorlu deneyimidir. Özürlü bir çocuğa sahip olduğunda anne babalar ilk olarak hayal kırıklığı yaşarlar. Çocuklarına ne olduğunu bilemediklerinden hayal kırıklığına uğrarlar.Büyük endişe içindedirler. Kendilerini,eş ve yakınlarını ya da sağlık ekibini suçlarlar. Çocuklarına tam teşhis konunca bu duygu ve endişeler kaybolmaz. Çocukların durumunun ne olduğunu kabul etme,birkaç ay veya yılları alabilir. Bir kısım aile ise çocuklarının durumunu kabul etmez. Ailelerin tepkilerini açıklayan dört model vardır. Bunlar (Dennis 1999 ve Akkök1997) 1 – Aşama Modeli: Ailelerin çeşitli aşamalardan geçerek kabul ve uyum aşamasına geldiğini varsayan modeldir. Bu modele göre,normalden farklı özellikte çocuğu olduğunu öğrenen anne babalar, ilk aşama olarak, duygusal bir karmaşa içine girerler.Davranışları, düşünceleri karmaşıktır. Daha sonra yas, aşırı üzüntü, hayal kırıklığı, red, suçluluk ve savunma mekanizmalarının yoğun yaşandığı tepkisel aşama gelir. Bunu “Ne yapılabilir? neler yapabilirim?” sorularının sorulmaya başladığı uyum ve duruma alışma süreci izler. Aileler daha sonra bilgi ve becerilerini geliştirmeye, çocukları ve kendileri için planlar yapmaya ve geleceği düşünmeye başlarlar. 2 – Sürekli Üzüntü Modeli : Aileler gerek aile içi yaşantıları, gerekse toplumsal tepkilere bağlı olarak sürekli üzüntü ve kaygı içindedirler. Çocuğun farklılığının kabulü ve üzüntü bir arada yaşanabilir ve ailenin uyum süreci böylece gelişir. 3 – Bireysel Yapılanma Modeli: Duygulardan çok mantık temel alınır. Ailelerin farklı tepkileri, bu duruma getirdikleri farklı yorumlar, farklı algılara bağlanabilir. Aileler, içinde yaşadıkları çevrenin de değer yargılarına bağlı olarak, gelecek yaşantılarına ve çocuklarının geleceğine ilişkin bilinçli yapılar oluştururlar. Farklı özelliği olan bir çocuğun doğumu, bu oluşmuş yapılara uymadığı için aile yoğun bir kaygı yaşar. Bu şok döneminin ardından aile, tekrar bir yapılanma sürecine girerek, kendilerine ve çocuklarına ilşkin farklı yapılar oluşturmaya başlar. 4 – Çaresizlik, Güçsüzlük ve Anlamsızlık Modeli: Farklı özellikleri olan bir çocuğun anne babada yarattığı duygular, yakın çevrenin tepkileriyle çok yakından ilişkilidir. Onların, durumu olumsuz ve çaresizlik içinde algılanması ,anne babanın da benzer duygular içine girmesine neden olur.Çaresizlik ve güçsüzlük, farklı özellikte olan yeni bir bebeğin doğumunda tüm anne ve babalar da yaşanabilecek bir duygu olmakla birlikte, yakın çevrenin çocuğa karşı tepkileri, anne babanın tepkilerinin, duygularının şekillenmesinde temel oluşturur. Özürlü bir çocuğa sahip aileler, kendilerine özgü bir kaygı yaşamaktadırlar.Bu özürlü bir çocuğa annelik – babalık etme kaygısıdır. Aileler böyle bir çocuğun doğumu ile karmaşık duygular yaşamakta, durumu kabullenene kadar belli bir süreç den geçmektedirler. Bu sürecin aşamaları ;reddetme, öfke, uzlaşma, depresyon ve kabullenmedir. Özürlü çocuğa sahip ailelerdeki kaygı durumunu inceleyen araştırmalarda bu karmaşık duyguların, çocuğun özrünün ağır veya hafif olmasına bağlı olmadığını, çocuğun durumunun kesin olarak tanılanmasından sonra kabule doğru geliştiğini gösterir özelliktedir .(Kübler 1968) Özürlü bireyin, aile ve toplum içinde kendi rolünü doyum sağlayıcı şekilde yerine getirememesi nedeniyle, diğer kişilerin olumsuz sosyal tepkilerine hedef olmasını içerir. Diğer bir deyişle özür, bozukluğun sosyal sonuçlarını tanımlar ve yetersizliği olan kişinin çevre ile etkileşimini yansıtır. Bu durum çocuğun ve ailenin sağlıklı şekilde sosyalleşme olasılığını azaltabilir, çevrede korku ve anksiyete yaşanmasına neden olur ve çevredeki kişilerin ön yargılı yorumları ve acıma duyguları ile karşılaşabilirler .( Çavuşoğlu 1994) Gökcan’ın 1996 yılında ‘Zonguldak Rehabilitasyon Merkezinde Özürlü Çocuğa Sahip Ailelerin Beklentileri’ konusunda yaptığı çalışmada; Yetişkin genç anneler, özürlü çocuklarının olmasından dolayı sosyal çevre oluşturamadıkları, bu durum ise kendilerini sosyal çevreden soyutlama kaygısı yaşatmaktadır. Eğitim düzeyleri düşük olan ailelerin,çocuklarından beklentileri sınırlı ve çocuklarının özrü hakkında yeterli ve gerekli bilgilere sahip değillerdir. Özürlü çocuğa sahip ailelerin, özürlü çocuğunun giderlerinin tamamına yakını aile içinde karşılanma durumunda olmalarının ekonomik yönden etkilendikleri,dolayısıyla bu alanda sosyal destek hizmetleri sunan Sosyal Hizmetler ve Sosyal Yardımlaşma kurumlarının yetersiz olduklarını belirtmiştir. Genelde aileler, çocuklarının özrünün kısa zamanda değişme ve gelişme
göstermesini istemekte , bundan sonuç alamayıp bu tedavinin çok uzun zaman
ve sabır gerektirdiği gerçeği ile karşılaşınca da hayal kırıklığına
uğramaları sonucu bu çocuklarının tedavi ve rehabilitasyonunda olumsuz
etki yapmaktadır. Özürlü çocuğa sahip olan ailelerin ,özürlü çocuğu olmadan önce özürlü
çocuğa acıyarak bakma bunu Takdir-i İlahi olarak görme ve ürkme takip
etmektedir. Özürlü annelerin eğitim düzeyinin düşük olmasının araştırma ve
bilinçlendirme çabalarının yeterli olmaması nedeni ile özürlü çocukların
özrü hakkındaki bilgileri yetersiz ve yanlış olduğu belirtilmiştir. 2 – Davranış problemleri ayrı ayrı öğrenilir. Birçok çocuğun, özellikle özürlü çocuğun birden fazla davranış problemi vardır. Örneğin 5 yaşında bir çocuğun bağımsız yemek yiyememe, hayvan korkusu ve tuvalet eğitimine ilişkin sorunları olabilir. Bu yaklaşıma göre tüm bu davranışlar çocuk tarafından öğrenilmiştir. 3 – Davranış problemleri, davranışsal yaklaşım süreçleri kullanılarak değiştirilebilir, çözümlenebilir. Örneğin SP ‘li bir çocuğa yürümeyi öğretmede, zihinsel yetersizlik gösteren çocuklara göz- göze gelmeyi, taklit davranışını, konuşmayı ve tuvalet alışkanlıklarını öğretmede bu yöntemin başarılı olduğu görülmüştür. 4 – Çocuğun belli bir yer ve durumda gösterdiği davranış onun o durumda ve ona benzer durumlardaki tipik davranışıdır. Çocukların değişik durumlar ve koşullarda değişik davranış biçimleri gösterdiği bir gerçektir. Evde çok çeşitli sorunlar çıkaran bir çocuk, okulda çok uslu ve sakin olabilmektedir. Problemli davranış, belli bir durumda ortaya çıkmaktadır. Genelde çocuğun problemli davranışın o davranışın öğrenildiği durumda meydana geldiği ve bütün durumlara genellenmediği kabul edilmektedir. 5 – Çocuğun probleminin çözümünde, o an ve durum önemlidir. 6 – Davranışsal yaklaşımı uygulayan terapistin amaçları her durumda
kendine özgüdür. Her terapi süreci, çocuktaki belli bir davranışı
değiştirmeye yöneliktir. Terapinin amacı, çocuktaki problemli olan
davranışı değiştirmektir ve eğitim süreci buna göre düzenlenir. Çocuğun büyüme ve gelişme aşaması; özürün, ailenin davranışsal, bilişsel,
duygusal durumu ve gelişimsel görevleri üzerindeki etkisini belirleyen
önemli bir etmendir. Özürlü çocukların, bağımsız yaşam sürdürebilmelerini sağlayabilmek için
yaşam becerilerine; bağımsız seyahat edebilme, alış veriş yapabilme
becerileri de eklenerek kapsamlı araştırmalar planlanmalıdır. Tüm bu
beceriler, davranış basamaklarına dönüştürülerek özürlü çocukların eğitim
programına alınması önerilebilir. 2. Akkök F; Davranışsal Yaklaşıma Dayalı Aile Rehberliğinin Öğretilebilir Çocukların Öz – Bakım Becerilerinin Gelişimine Etkisi.Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara, A. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü 3. Ergin Ü; Özürlülük ve Sosyal Hizmetler. Sosyal Hizmetlerin Yeri ve Önemi, Ankara. 1995. s.136 4. Gökcan K; Özürlü Çocuğa Sahip Ailelerin Beklentileri,Zonguldak. 1999.s:1-36 5. Sucuoğlu B ; Otistik Çocuklara Bağımsız Yaşam Becerilerinin Kazandırılması. Psikoloji Dergisi, 27 (7 ):1526. 1992 |
sosyalhizmetuzmani.org © Bütün hakları saklıdır. |