Bunları yanıtlarsak hem mesleği tanıma kolaylaşır hem bu
kitabı okumak daha zevkli duruma gelir. Bugünü
anlayabilmek için de tarihe bakmak kaçınılmaz bir yöntem
olarak karşımızdadır.
Faruk Güçlü bu kitabıyla bu yönden de işimizi
kolaylaştırıyor.Önce bilelim ki meslek Arapça kökenli bir
sözcüktür. Türkçeleşmiştir, bizdendir. Üstelik Türkçe ses
uyumuna da uyduğu için vazgeçilemeyecek kadar bizdendir.
Sözcüğün Arapça’daki kökenine inecek olursak,
kökenbilimsel (etimolojik) olarak, tutulan yol, gidilen
yol demektir. Burada kastedilen yol somut, görünen bir yol
değildir. Soyut bir yoldur. Seçilen düşünce,izlenen
düşünce anlamını taşır. Düşünce yoludur. Mezhepte,
maneviyatta tutulan yol demektir.
Meslek Arapça ad olan bir sözcükten, sülûk’tan gelir (slk
kökünden…). Sülûk bir tarikata bağlanarak,benzeştirme
yoluyla söylersek yapışarak, inandığı yolu izleme
demektir. Çoğulu, gene Arapça’da mesaliktir. Çoğul ekiyle,
meslekler, ki bu da sülük edilen yollar, tutulan yollar
demektir. Seçilen de manevi yollar olduğuna göre seçilen
bir gidiş, alınan bir yaşama biçimi, kendini geliştirmek
için bir tarikata bağlanmak ve o yolda gitmenin adıdır.
Arapça’da ve kavram kökeninde meslek1
Bu deyiş o bildiğimiz meslek kavramını anlatmaz, yapılan
iş anlamında değildir. Bir inanç, bir düşünce ufkunca
gitmek demektir. Bu bağlamıyla anladığımız meslek
kavramının tarihte belirmesinden çok önce türetilmiş bir
kavram. Soyut, dinsel ve ve yol belirleyen…
Ancak bildiğimiz meslek kavramı bu anlamlandırmadan, bu
deyişten çıkmıştır. Tutulan yol, seçilen yol,gidilen
yol... Denebilir ki bu soyut düzlemde meslek sözcüğüyle
simgeleştirilen yol giderek somut bir anlam kazanmış ve
insanın toplumda yaşaması, yaşamını sürdürmesi için
sürekli yaptığı ve para kazandığı işi anlatmaya
dönüşmüştür. Yaşamı boyunca gittiği yol da mesleği ile
gittiği yol değil midir insanın? Bağlam bu.
Soyut anlamda meslek kavramı, insanı yücelten, cennete
götüren ve bir gruba katılarak erdemleşmek için o düşünce
doğrultusunda yürümeyi anlatmakta iken, somut anlamda
meslek kavramı, yapan insana toplumda farklı bir statü
kazandıran, toplumsal yaşamın sağlıklı sürmesi için
işbölümü ve görev paylaşımı yaparak mal ve hizmet
üretilmesini sağlayan, bu arada o işi yapanın da bu yolla
kendisinin ve ailesinin yaşamını sürebilmesi amacıyla
düzenli olarak yaptığı iş anlamına dönüşmüştür.
Bu yapılan iş tarihte, uzun süre, Arapça kökenli Osmanlıca
bir sözcükle, zanaat olarak adlandırıldı. Bu deyişe sınaat
sözcüğünden ulaşıldı. Bir “san’at” yapmak… sanat
üretimleri yapmak anlamındadır. Çünkü gerçekten elle
yapılan bir çarık, bir düven, bir eğer, bir elek, bir
hamur tahtası, bir tahta kaşık
------------------------------
1 Bunun için internette birçok kaynak bulunabilir.
Osmanlıca Türkçe birçok sözcükte ve Risale-i Nur’la ilgili
birçok kaynakta bu bilgiye
ulaşılabilir.
Bir örnek: http://www.risaleinurenstitusu.org/shared/lugat/lugat.asp
(E. 3. 5. 2015).
vb… gibi araçlar/mallar tek tek elle yapıldığı için bir
sanat üretimiydi. Bugünkü sanatsal eylemler için de bu
yüzden sanat sözcüğü güzel yakışmıştır. Bugün de
sanatkârlar/sanatçılar üretimlerini tek tek elleriyle
yapmıyorlar mı?
Ancak zaman içinde tek ve özel kalan el üretimine sanat,
sanatsal bir özen gösterilmeden aynısından elle arka
arkaya yapılan üretim işlerine de zanaat denmeye başlandı
Türkçe’de. İkisi arasında ortaya çıkan bir başka fark da,
sanat geçim için satma kaygısı olmadan yapılan bir üretim
iken zanaat geçim için yapılan bir üretim olduğudur. Bu
cümlede yeralan birinci sanatla belirtilen ürünün
satılması ya da
satılması amacının olması ile ikinci sanatla üretilen
ürünün (zanaat) satış için de olsa sanatsal titizlikle
yapılması yönleri bu temel gerçeği değiştirmez.
Zanaat üretimle ilgili, yaşayabilmek, para kazanmak ve
geçinebilmek için sürekli yapılan işe denir.Dokuma,
marangozluk, semercilik, dülgerlik vb. gibi… Eski
dönemlerde bir şey üreten zanaatkârdır. Bir tahta kutuyu
üreten zanaatkâr, o kutu üzerine oyma desenler yapan
san’atkârdı. Bu ayrımlamaya dayanarak sanat dalına güzel
sanatlar dendi, zanaat çerçevesindeki üretime uygulamalı
sanat…Zanaatkâr yaptığı üretimleri yapıp satmak ve bu
yolla geçimini sağlamak için yapardı ve yapar.Meslekleşme
anlayışının doğumudur bu!
Hizmetin meslek olarak algılanması çok daha sonra ortaya
çıktı. Zanaatın mal üretim işlevini zaman içre ortaya
çıkarak hizmet üretimi yapanlar paylaştı. Hizmet
sanayileşme ile meslekleşti. Sanayileşmeden önce hizmet
işleri birinin yanında çalışma, ona “kapılanma” olarak
görülüyordu. Onun besleme anlayışının miktarına göre
parasal olarak “destekleniyorlar”, kimi yerlerde de
kendilerine ulufe verilerek yaşamlarını sürdürmeleri
sağlanıyordu. Saray soytarıları, hokkabazlar, derebeyin
yanında çalışarak karnını doyuran hizmet erbabı
(sahipleri), kâhyalar, kethüdalar, uşaklar, seyisler,
kizirler
(muhtar yardımcısı)… gibi kimselerin yaptığı işler derebey
döneminde meslekleşemediler Seyislik hizmettir ama meslek
olarak görülmez. Hazinedar derebey döneminin memurudur ama
memur gibi mesleksel bir statüsü yoktur. Kervansaraylarda
da hizmet edenler büyük çoğunlukla han sahibinin
ortakgeçim sürecine katılan akrabaları ya da
yakınlarıydılar.
Ercüment Ekrem Talu (1886-1956) bir yazısında şöyle der:
“Eli yüzü düzgün, işgüzar bir yamağı mektupçu efendinin
yanına kapılandıracaklar.” (TDK Güncel Türkçe Sözlük;
www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&kelime=YAMAK (E.
25 08 2015)). Yani henüz meslek değil mektupçu efendinin
yanında yardımcı işçilik yapmak. Mektupçuluk bile meslek
değil henüz. Bir statü sadece. Devletten ödenekli, statüsü
yüksek bir geçim yolu. (Mektupçu bürokrasinin ilk
filizlenme örneklerinden biridir.) O da – askeri değil,
sivil anlamda - bir kapıkulu aslında. Yanında ona yardım
eden de kapılanmış oluyor. Geçim için değil statü, daha
rahat yaşam için yapılan bir iş ve kazanılana statü
bunlar.
Hizmet vermek sanayileşmeyle meslekler kategorisine
girmeye başladı. Parayla yapılır işlerden oldu.Lokantalar
açıldı, aşçılar, garsonlar çalışmaya başladı. Atölyelerde
(demirhanelerde,marangozhanelerde) çıraklar, meslek
aksaçlılarının (duayen) yanında yamaklar meslekleşmenin
yolunu açmaya başladılar. Böylece hem maddi üretim hem
hizmet üretimi iki ayrı meslek kategorisi olaraktarihte
yerlerini almaya başladılar.
Kentleşmenin ortaya çıkıp gelişmesiyle birlikte
zanaatkârlık kendisine uygun, yani para getirici ve
üretimi arttırıcı zemin buldu. Kentsel ortamlarda
zanaatkârlık gelişmeye başladı. Zanaatkârlık kentleşmeye
koşut büyüdü. Çünkü pazar vardı ve büyüme gizilgücü
büyüktü. Giderek ve hatta denebilir ki hızla daha bir
meslekleşti. (Çalışan insanın seçtiği bir işi gelir
sağlama, yani, yaşamını sürdürme amacıyla düzenli ve
sürekli yapması olarak alıyorum meslekleşmeyi…)
Bu süreç içinde işyerleri, atölyelerin sayısı arttı. Bu
meslek çerçevelerine çalışanların sayısı ve
yardımcılarının sayısı arttı. Konulara göre derinleşme ya
da uzmanlaşma başladı. Herkes her işi yapamaz oldu.
İşlerin “erbabları” ortaya çıkmaya başladı.
Bu süreç içinde zanaatkârların yanında çalışanlar da statü
aşamaları gösterdiler. Yeni başlayan ve en genç olanlardan
o işi yapanlara çırak, belirli bir düzeye, ustalık
aşamasına gelen ve ama ustanın yanından ayrılmayıp orada
devam edenlere kalfa, ayrılıp kendi işini kuranlara usta
denmeye başladı.Zanaat statüleşiyordu.
Kentler (a) aynı üretim ve - zaman içinde giderek -
hizmeti yapan, (b) bu işi sürekli yapan ve (c) bu işten
para kazanan kimselerle dolmaya başladı. Toplum feodaldi,
ama köydeki tarım ilişkilerinden farklı bir yapılanmayla
kentler oluşuyordu ve bu yeni toplumsal ilişkilere, yani
meslek elemanlarına kentlerin gereksinimi vardı. Tarımdışı
farklı boyutlu işler ortaya çıkıyordu. Toplumlar yerleşik
düzen içinde büyüyüp karmaşıklaştıkça herkesin kendisi ya
da yakınları için yaptığı üretim düzeni aşılıyor, daha çok
insan için özel iş edinmiş kişiler belli üretimleri ardı
ardına yapmaya başlıyorlardı. Sarık gibi, semer gibi,
kayış gibi… Bunlar kentlerde belirli adreslerde
yerleştiler, üretim yaptılar. Bu yerlere işlik (atölye) ya
da dükkân denildi. Bu iş için özel mekânlarda yorgancılar,
ayakkabıcılar ortaya çıktı. Ya da sokaklarda dolaşarak
evlerinde yaptıkları üretimleri sokak sokak satmaya
başladılar. Şerbetçi gibi, macuncu gibi, yoğurtçu, pamuk
helvacı gibi… Ya da gene sokaklarda belirli hizmetler için
kendilerini hazırlayanlar ilk meslek elemanları olarak
görülmeye başladılar. Arzuhalci gibi, kalaycı gibi…
Tarımın bulunduğu MS 300’lü yüzyıllardan sanayileşmenin
ortaya çıktığı 1600’lü yıllara kadar uzamış olan tarım
döneminin sonlarında meslekleşmeye başlayan elişi üretim
ve yeni yerleşimlere satış yapan zanaat ve zanaatkârlar
gelişmelerini sürdürdü.
Sanayileşmenin toplulukları büyütmesi, yerleşimleri
yaygınlaştırması, toplumları karmaşıklaştırması ve bu
büyüme sürecine bağlı olarak gereksinimlerin
farklılaşması, çeşitlenmesi ve karşılanmalarının da
acillenmesi ile meslekleşme hızlandı. Sanayi üretimi işi
ve iş çeşitlerini arttırdı. Toplum bu yönde örgütlendikçe
ve devlet aygıtı ve yönetimi büyüdükçe zanaatkârlık yerini
mesleklere bıraktı; ortadan kalkmaya başladı. Seri üretim
yapan sanayi kültürü hem el işlerini yetersiz bırakıyor
hem pahalı
kılıyordu artık. Makine ile daha hızlı ve çok sayıda
üretilen – hazır - yastıklar, yorganlar eskinin elle diken
yorgancının ürünlerine; makine ile üretilen ayakkabılar
ayakkabıcının tek tek eliyle ürettiği ayakkabılara
vazgeçilmez biçimde rakip oldular. Günde binlerce ayakkabı
çıkaran fabrikalar, sınırlı sayıdaki el üretimini
gereksizleştirecek kadar nitelikli ve ucuz üretilen
fabrikasyon dokuma kumaşlar, halılar…zanaati ve zanaatkârı
ortadan kaldıracak dönemleri getirdi. El işi üretimler
yerlerini makine üretimlerine, işçiler eliyle yapılan seri
üretimlere bıraktı ve sanayileşme uzmanlaşma alanlarına
göre
çeşitlenen “meslekleri” ortaya çıkarmaya; zanaatkârlığı
tarihin sahnesinden indirmeye başladı.
Bu kitabın konusu değil ama meslek konusu düşünüldüğünde
şu da herhalde bilinmelidir. Mesleğin İngilizcesi
profession’dur. İngilizce’de bir de occupation vardır. Bir
de trade vardır;workmanship vardır. (Job gibi daha çok iş,
uğraşı anlamı ağırlık kazanan başka kavramları
saymıyorum.)
Bunların içinde trade, craft, panurgy, workmanship
sözcükleri zanaat sözcüğünü karşılamaktadır. Bu terimleri
dışarıda tutarak gelelim Türkiye’de ve Türkçe’deki meslek
sözcüğü ile ilgili ciddi sıkıntıya.
Occupation ve profession sözcüklerinin ikisi de Türkiye’de
tek bir sözcükle, meslek sözcüğüyle karşılanmakta ve bu da
mesleklerin konumları ve öğretimleriyle ilgili olarak
büyük karışıklıklara yolaçmaktadır. Çünkü profession ile
occupation ile anlatılan mesleklerin arasında da bu
yazının sınırlarını çok aşan ciddi farklar vardır.
Profession düzenli ve çağdaş eğitim, öğretim süreciyle,
zaman içinde sağlanan donanımla, bilgi ve beceriyle
sağlanan mesleği anlatmaktadır. Yani bugünkü anlayışla,
dört ve daha yukarı öğretim süreci sonunda yapılan
meslekleri anlatır. Uygulamadan (pratikten) önce bilim
ağırlıklı, disipliner (bilim dalı) temeli olan, yaratıcı
ve sorun çözücü yönü baskın, daha evrensel kuralları olan
mesleklere verilen addır profession. Mühendislik,
mimarlık, hekimlik, işletmecilik, psikologluk, avukatlık,
sosyal çalışma vb.
gibi…
Bir ve iki yıllık eğitim ve öğretim, daha sınırlı bilgi ve
daha çabuk sağlanabilir beceriyle kazanılan mesleklere de
occupation, ya da vocation denmektedir. Bilimden önce
uygulama ve beceri ağırlıklı,disipliner (bilim dalı)
temeli daha sınırlı olan, yaratıcı ve sorun çözücü
niteliği bulunmayan, sorun çözme yerine çare bulması
beklenen, gene evrensel ama yerel ve kültürel değer ve
kuralların etkisi daha fazla olan mesleklere verilen ad
occupation’dur. Bunlar profession konumundaki mesleklere
yardımcı, kolaylaştıcı, bir başka deyişle o işi
tamamlayıcı olarak gelişmiş mesleklerdir. Onlarsız işler
çok zor olur. Sekreterlik, teknikerlik, sosyal yardımcılık
vb. gibi yardımcı meslekler bu kapsamdadır.
İki farklı boyuttaki işlerin tek bir meslek kavramıyla
adlandırılması büyük sıkıntılar yaratmaktadır. İkisi de
meslek olarak adlandırılınca anı hukuksal konumları talep
etmek kolaylaşmakta, önlisans ile lisans düzeyindeki
meslekler arasında statü, pozisyon, hak ve hukuk
düzlemlerinde karıklıklar ortaya çıkmaktadır.
Bu sorun Türkçe uygun terimler bulunarak mesleklerin
hukuksal algılanışları adına çözülmelidir. TDK tarafından
meslek karşılığı türetilen sözcük uğraştır. Uğraş, uğraşı
sözcüğü ile aynı kökten olup uğraşı, Arapça meşgalenin
Türkçe’deki karşılığıdır. Meşgale meslek değildir. Görev
ve meslek çalışmaları dışında, para kazanma kaygısı
olmadan zaman verilerek yapılan işlere uğraşı denir. Bu
yüzden olacak uğraşı değil de uğraş sözcüğü meslek
karşılığı olarak uygun görülmüştür. Ancak uğraş uğraşı ile
çok yakın olduğu için meslekten çok uğraşı anlamını daha
güçlü çağrıştırmaktadır. Ayrıca TDK sözlüğü uğraş
sözcüğünü hem profession hem occupation karşılığı olarak
gösterdiğine göre belirttiğimiz sorun gene
çözülmemektedir. Acaba sözcük kısırlığı nedeniyle
profession karşılığı meslek, occupation karşılığı uğraş mı
denmelidir, bilemiyorum. Sıkıntılı bir durum!
Özellikle lisans ve önlisans mezunlarının, benzer, hatta
aynı adlarla mezun edildiği bölümlerin bulunduğu ve hatta
YÖK tarafından da sorun olarak üzerinde durulmadığı bir
dönemde ülkemizde ne önlisans mezunları ne lisans
mezunları mesleğinin adını koyamamakta ve bunun
sıkıntısını yaşamaktadırlar. Yanlış adlandırmalar da hem o
mesleklerin elemanlarına hem de mesleğe zararlar
vermektedir. Önlisans ve lisans düzeylerinde mezun
olanların meslekleri nasıl adlandırılmalıdır acaba? İkisi
de meslektir diyebilirsiniz. Önemli kategorik farkları
olan önlisans ve lisans düzeylerindeki mesleklerin
farklılıklarını ortaya koyacak bir yeni kavram arayışı
zorunludur. İngilizcede ve diğer gelişmiş dillerde olduğu
gibi… Bu kitap, Türkiye’de özellikle sosyal meslek
alanlarında daha henüz konuşulmaya bile başlanmamış, hatta
farkına bile varılmamış olan occupation ile profession
farkının tartışılmasını tahrik edebilirse boyundan çok
büyük bir işi başarmış olacaktır.
Bakın, Güçlü’nün tarihten süzüp çıkardığı “unutulan
meslekleri” tanımaya çalışmak bizi aldı, nerelere götürdü.
Tarihten bugüne uzanan yolculukta, atinin kökünün mazide
olduğunu bilerek yürümemiz gerekiyor, ki eksikliklerimizi
görelim ve tamamlamak için çaba harcamamız gerektiğini
görelim.
Tarihten günümüze mesleklerin gelişme süreci incelenir ve
irdelenirken, kavramsal sınırlılığa dayalı bu tür
tıkanıklıklar da aşılmalıdır. Zamanında zanaatkârların
loncalarda aştığı gibi… Bu sonsuz meslekleşme sürecinin
Osmanlılardaki başlangıcını bize sunan bu kitap daha
sonraki birçok tartışmaya temel olacaktır besbelli. Çünkü;
Faruk Güçlü’nün bu sözlüğü bir dönemin mesleklerle ilgili
öyküsünü kalıcılaştırıyor. Tarihten günümüze unutulan
meslekleri belgeliyor, genç kuşaklar için temel sağlıyor.
Aklınıza gelebilir. İnternet ortamında bu tür bilgiler
var, istenirse bulunabilir, kitap niye diye
sorabilirsiniz. Bu kadar farklı meslekleri, zanaatleri,
bunlarla ilgili farklı kavramları internette birarada,
derlitoplu bulmak olanaksızdır. Çok ciddi bir arama ve
ayıklama çalışması gerekir bu sonuca ulaşmak için. Güçlü
bunu yapmıştır işte. Geceleri gündüzlere katan bir
çalışmayla kitaplardan ve internetten süzülmüş bilgilerin
imbiğidir bu kitap. Damıtılmış bilgilerin güncellenmiş
tezgahıdır.
Kültüre yaptığı bu zahmetli ve güçlü katkı için Güçlü’ye
teşekkür etmeliyiz.
|