Yaşar Kemal’i Doğru Okumak…
Alişan Birlik’e ithafen…
Aziz ŞEKER / Sosyal Hizmet Uzmanı
Sitemiz Editörü
shuaziz@gmail.com

19 Ekim 2017 tarihinde gercekedebiyat.com
sitesi, “Yaşar Kemal Liberal Edebiyatçılar Hakkında Ne Düşünüyordu?” başlığı
altında Alişan Birlik’in ifade ettiği; büyük ölçüde anılarını okuyucuyla
paylaştı. 21 ekimde ise odatv aynı haberi ana sayfadan geçmişti. Bu arada
Alişan Birlik’e hayırlı olsun son çalışması olan “Kötü” romanı. Ancak kendi
momentini oluşturmaya çalışırken Yaşar Kemal’e ait olduğunu ileri sürdüğü
bazı cümleleri de kendisinden okuyoruz. Tartışmaya geçmeden önce yazarın söz
konusu sitelerde okuduğumuz söylemlerinin özellikle Zülfü Livaneli ve Orhan
Pamuk ile ilgili kısmına bakalım:
Alişan Birlik, “Yaşar Kemal’in, günümüzde popüler edebiyat kültürünü elinde
tutan kişiler tarafından, sistem yazarlarına ait kitaplar piyasaya çıkar
çıkmaz, görsel, işitsel ve yazılı medyada sıklıkla yer verildiğini,
yazdıkları romanı geniş medya aracılığıyla anlattıklarını ve halkın popülizm
kokan bu pazarlama stratejisinin etkisinde kalarak kitapları satın aldığını
söylediğini net olarak hatırlıyorum” dedi. Birlik’in aktardığına göre,
“bizim zamanımızda gerçekçi yazarlar vardı, kötü kalemler barınamazdı. Şimdi
ise yeteneksiz yazarlar, yetenekli yazarların önüne geçti” serzenişinde
bulunan Yaşar Kemal’in, “ünlü” diye bildiğimiz sistem yazarları hakkında
söyledikleriyle ilgili aktardıkları şöyle: “Zülfü Livaneli, Orhan Pamuk,
Elif Şafak, Ahmet Ümit ve benzeri yazarlar sistemin yazarları olduğu için
genellikle kollanıp ödüllendiriliyorlar... Yazar payesi ile dolaşan bir
takım insanlar yüzünden sanat kendi yatağında ilerleyemiyor...”
Yaşar Kemal’in Livaneli için söylediklerini Birlik şöyle aktarıyor: “Zülfü
Livaneli’nin nitelikli bir yazarlık yeteneğinin olmadığını ve bir takım
çevrelerce yazar olarak yıldızının parlatıldığını; hatta Livaneli’den uzak
durmak için özel bir çaba sarf etmesine rağmen, yanından hiç ayrılmadığını
anlatırdı. Yaşar Kemal sayısız konuşmalarımızda Orhan Pamuk’un Nobel
Edebiyat Ödülü’nü hak ederek kazanmadığını, bu ödülün bir amaç doğrultusunda
verildiğini anlattı. Lobilerin asıl amacının tarihten gelen geleneksel
kültürümüzü bozarak, post modern edebiyat kültürünü insanlarımızın bilincine
yerleştirmek istediklerini söylemişti. ‘İyi bir yazar’ ifadesinin kendi
iradesini yansıtmadığını, çok fazla tehdit aldığını ve korkularına yenik
düşerek gerçek fikirlerini ifade edemediğini anlatmıştı.
Birlik’in bu paylaştıklarından sonra şimdi konuya gelelim. Bir edebiyatı
yetkin kılan geleneği olduğu kadar yazarlarıdır. Gerçek yazarların
okuyucuları arasında philister kimseler yer almaz. Bu nedenle Yaşar Kemal
okuyucusu anlamında da ölümsüz bir ozandır. Öte yandan yaşadığı toplumun
gerçekliğini romanlarında oluştururken az mı yargılanmıştır? Az mı bu
coğrafyanın evrensel vicdanı olmuştur? O, bir bilgedir! Yüzyılı anlayan,
çözümleyen ve her şeyden önce insancıl bir düzen öneren… Yaşamının son
yıllarında evinin kapısı, yüzü insan gibi gülümseyenlere açıktı. Kuşkusuz
kafalarındaki değer yargılarına göre sorular sorup kendi değerlendirmelerine
ortak etmeye çalışanlar da oldu.
Belki Orhan Pamuk sorulduğunda daha çok suskun kalmayı tercih ederken,
olumsuz bir söz ağzından çıkmazdı. Kırk yıllık dostu Zülfü Livaneli’nin
adını duyduğunda gözlerinin aydınlandığına onbeş yılı aşkın bir süredir
Yaşar Kemal gerçeği üzerine çalışan biri olarak kendim tanık olmuşumdur.
Yaşar Kemal’in Livaneli’yi çevresinden uzak tutmayı istediğinin dile
getirilmesi boş bir varsayımdır. Onlar aksine pek kimseye nasip olmayacak
dostlukları olan iki insandır. Yaşar Kemal düşüncelerini saklayan bir yazar
değildi. 1951’de girdiği Cumhuriyet gazetesinden başlamak üzere çok çeşitli
yayın organlarında ölümünden birkaç yıl öncesine kadar yazdığı tüm
yazılarında gerçeğe onurluca bağlanmış bir yazarın görüşlerini okuruz.
Cümleleri eğip bükmedi; kimseye yaranmak için eline kalemi almadı. Ülkesinin
yazarları hakkında düşünceleri olduğunda bunu yazıya dökmekten geri durmadı.
Örneğin 16 Ağustos 2009 tarihli Radikal gazetesinde Livaneli’nin “Son Ada”
romanı üzerine yazdıklarına kısaca bakalım: “Son Ada beni vurmuştu. Bu
romanı bir kere okudum. Elim değdikçe bir daha, bir daha okudum. Üst üste
okuduğum bu roman üstüne ne yazılacaktı, merak ediyorum. Bekledim, bekledim,
eleştirmenlerimizden ses çıkmıyordu… Edebiyatta görkemli bir söz vardır,
büyük kapıdan girmek. Bu, büyük bir eserin yazarı demek. Zülfü büyük kapıdan
bu romanıyla girmiştir.” Çok basit, edebiyatta biraz mürekkep yalamışlar
bilirler; Fethi Naci ya da Berna Moran okuduğu bir roman hakkında
değerlendirmesini yapmışsa, Doğan Hızlan bir yapıt hakkında düşüncelerini
okuyucusuyla paylaşmışsa durup düşünmek gerekir.
Edebiyat geleneğinin eleştirmeni olmak o kadar kolay değil. Yaşar Kemal’in
pek az Türkiyeli yazarın romanlarıyla ilgili değerlendirmesine tanık olduk.
Bunlardan biriyse Zülfü Livaneli’ydi… Kuşkusuz geniş bir kesimin sevgi ve
saygısını kazanmış sanatçıları tutarlı bir şekilde analiz ettiği yazıları da
olmuştur: Tonguç, Ali Rıza Yalgın, Sait Faik, Manolis Glezos, Gagarin, Nâzım
Hikmet, Ruhi Su, Cevat Fehmi Başkut, Sabahattin Eyuboğlu, Aşık Veysel,
Halikarnas Balıkçısı, Bedri Rahmi, Abidin Dino, Orhan Kemal, Ceyhun Atuf
Kansu, Turhan Selçuk, İlhan Koman, Onat Kutlar, Arif Dino, Theodorakis,
Zülfü Livaneli, Aybar aklıma ilk gelenlerdir. Ne dene bilir ki, o bir
dünyaydı. Livaneli, 22 Aralık 1975’te “Politika” da “İsveç’te Yaşar Kemal”
üzerine şöyle bir yazı kaleme alır: “…Dünyanın hemen hemen her ülkesinde
tanınıyor, okunuyordu. Örneğin İsveç sanat ve kültür yaşamına kısaca da olsa
göz atan kişi hemen Yaşar Kemal adına rastlıyor.
Bütün kitapçı vitrinleri özel köşeler ayırıyor yazara. Basında sürekli övücü
yazılar çıkıyor. Bir İsveçliye Türk olduğunuzu söylediğiniz zaman, büyük bir
olasılıkla ilk sözü Yaşar Kemal oluyor.” Evet, O, Nobel adayı olmadı,
gösterdiler. Sonra da İsveç Akademisi bu Çukurovalı Homeros’tan ürktü. Daha
fazla yazmaya gerek yok. Politika gereği Nobel kendisine verilmedi. O yıllar
Batı yazın dünyasını etkisi altına alan karalamalar arasında gezinenler bunu
görebilirler. Nobel kolay kolay edebiyata verilmez! Dostu Livaneli,
“Sevdalım Hayat” adlı anı kitabında söz eder bu dönemden. Hatta Expressen
gazetesine yaptığı açıklama yeterince aydınlatıcıdır…
Sorun Yaşar Kemal’in dostluklarını masaya yatırmak değildir, sorun büyük
romancının hala daha bazı çevrelerce tüm gerçekliğiyle görülememesidir,
doğru okunmamasıdır. Bunu başaramayanlara tek önerimiz ise Nobel felsefesini
aşan romancımızı bırakın rahat uyusun… Sonra bu kadar kolay ve ucuz olmamalı
Yaşar Kemal’i gittikten sonra dostları hakkında konuşturmaya çalışmak. Nâzım
Hikmet onun için, “çok çok yetenekli bir çocuk” dediğinde 1956’da Sofya’da.
Bakın bakın Nazım, Yaşar Kemal için yetenekli bir çocuk dediği için malzeme
mi yapılması gerekecek! En dokunaklı haliyle, 1971’de Sabahattin Eyuboğlu ne
güzel özetlemiş: “İnsan var karartır ak gündüzü/İnsan var ağartır gecemizi.”
İşte Yaşar Kemal karanlığı aydınlatan bir dünya yazarıdır. Yeri geldi Nobel
peşinde koştuğunu dem vurdu belli bir okulun yazarları, yeri geldi hasta
yatağında oluşunu bile unutarak neden bazı sorunların çözümü için
meydanlarda Yaşar Kemal’i görmüyoruz dediler… Bu böylece sürüp gitti. Bu
kervana kimler eklenmedi ki, en hoyrat yazılarıyla Yalçın Küçük yeri
geldiğinde bu koronun şefliğini yaptı…
Yaşar Kemal yaşamı boyunca aydın sorumluluğuyla hareket etmiştir. Yaşar
Kemal’i bilen bilir, üzerine bir şeyler konuşmak isteyen olursa da öyle
yarım aydınlanmayla sağlıklı bir tartışma ortamı oluşturulamayacağının
ayrıca böyle bir ısrar varsa da bunun kimseye faydasının olmayacağının
bilinmesi gerekir… Yaşar Kemal’e ve dostlarına “haksızlık” etmek için bir
değil bin kez düşünmek bile azdır.
|